Kara Evlat Serisi

 

KARA EVLAT Serisine Devam

 

Davarlı günler, Kara kuru kavruk, Kara Evlat, Kara Çocuklar gibi anlatımlarla kendi hayatımdan hikayeler ve yörük, kara çadır yaşantısına dair kesitler halinde aktarmaya çalışıyorum, elden geldiğince, fırsat olduğunca. Arada hikayeler şeklinde aktarımlar olsa da direk olarak uzun zamandır yazmıyorduk.

 

Şimdiki çocuklar ne şanslı diyeceğim ama son bir yıldır hemen hemen onlarda şaşkın, perişan bir haldeler. Ama yine de şanslılar. Bizler de bizden daha eskiler için şanslıydık. Her ne kadar 3-4 km bazen çadırdan geliş-gidişler ile 10-12 km yol yürümek zorunda kalıyor olsak da, en azından ilk ve orta okul olarak köyümüzde gidebilecek okul vardı ve okuyabildik. Daha eskiler de o da yokmuş ve pek azı ilçeye veya şehre gidip okuyabilmişler. Şimdikilerle bizleri karşılaştırmak doğru bir yaklaşım değil aslında ama okuyanlar anlayabilsin ve çocuklarımıza aktarım olarak geçebilsin diye gayemiz.

 

Girişten anlaşılacağı üzere okullu günlerden bahsetmeye çalışacağım, hazır kar yağmaya başladı. Ve KARLI GÜNLER diyerek gidelim. Karlı günler güzel gelmiştir hep çocuklar için, bizim içinde öyleydi. Okul zamanları ders aralarında, teneffüslerde oynadığımız beyaz oyunlar daha dün gibi aklımda. Mesela arkadaşların eldiveni olanlar vardı, onlarla kartopu oynarken, bizlerin elinde eldiven olmadığından, çok daha sert kartopu yapar, çıplak elle üşüye üşüye, yaptığım kartoplarının dışlarını düz, sert ve olabildiğince yuvarlak yapardım. Ve attığımı vurma hususunda (davarın oğlağın ucunca taşları ata, fırlata daha tecrübeliydim) oldukça iyi olduğumdan, genelde kazanan grupta olurduk. Velhasıl böylesi karlı günlerde de okula yürüme gider gelirdik. Çok kış olduğu günlerde çadıra, çardağa ve davar evine gitmez, köye daha yakın olan damda (tek katlı üstü çatısız, düz beton ev) kalırdık. Birinci ikinci sınıfta ablam da kalırdı yanımızda veya dedemgillerde kalırdık. Ama daha sonraki sınıflarda çok yalnız kaldığım oldu ve daha o zamanlar, ekmek (bazlama) yapmayı, ufak tefek yemekleri pişirmeyi, karnımı doyuracak kadar biliyordur, KARA EVLATLAR.

 

Karlı günlerde damda kalıyor olsak da, yol mesafe olarak 3-4 km kadar yolu yürüme gider gelirdik okula. Ve bu yolun çoğu yokuştu. Her ne kadar abi, ablaya ve daha büyüklere (Dam yoktu, damda kalınmazdı ve 10-12 km mesafedeki çadıra, davarın yanına gidilip gelinmesi gerekirdi) göre daha yakın olsa da yürüdüğümüz yol, küçücük bedenler için zor ve yorucuydu. Hele karlı günlerde bu yoruculuk iki, üç kat daha artardı. Çünkü kar yağdığında şimdikinden çok daha fazla yağar, damın boyunda kürtünler olduğu zamanları daha dün gibi hatırlıyorum. Birde üzerine soğuğu, tipisi, rüzgarlı hali oldu mu, gidilecek yarım saatlik yol 1, 1,5 saatleri bile geçtiği çok olurdu. Hele o yokuş yukarı giderken, sağ taraftan ve karşıdan esen rüzgar o kadar zorlar, ciğerleri yakar vaziyette belli kuytularda dinlenme ihtiyacı hissettirirdi. Çok zaman yokuşu çıkmaya yakın, Ali hocanın evinin (bilenler iyi bilir) altındaki duvarın yanında, ardıç ağacının dibinde kuytuya oturup, 4-5 dk belki daha fazla oturup dinlenirdim. Aslında devamında çok yol kalmamış olurdu, ama çocukluk, küçük beden hali ve kendimce geliştirdiğim güzelliklerden olsa gerek orada oturup, dinlenmeyi çok severdim. Ondan mı olsa gerek bilmem ama ARDIÇ DİBİ’nin anlamı, yeri ve önemi bir başkadır BEN de…

 

Sadece yol gitmek değildi, OKUL YOLLARI. Böylesi karlı günlerin çoğu da dahil okul yolu, yol gidip gelmenin yanında ders çalışma, yazmalı ödevler harici ödevleri yapma zamanlarıydı. Çünkü devamında gelindiğinde, oğlak kuzlukta, ağılda bizi bekler olurdu. Ve ikindi otlatması, güdümü bizim görevimizdi. Zaten güttü, geldi, kattı eve girdi, eli yüzü yıkaydı, akşam yemeğiydi vs diyene kadar yatma saati gelirdi. Çadırda, çardakta elektrik olmadığından çok geç saatlere kadar bir misafir vs gelmemiş (geldiğinde de saat 11:00’ini geçmezdi gitmesi) ise saat 10:00’u geçmez yatma saati. Okuldu, gitti geldi, oğlaktı, işti-güçtü derken zaten azıcık olan bedendeki enerjiyi bitirmiş, çok hayati bir ödev değilse yazmaya, yapmaya ne vakit kalırdı, ne de enerji. Çalışkan bir Kara Evlat olmam hasebiyle, ocağın kaşında, ateşin, çalı ve öskelti’nin ışığında çok ödev yapmışlığım da vardır. Lüks, gaz lambası gibi aydınlatma araçları o kadar lüks ve gelişmiş aletlerdir yörük çocuklarında ve az bulunan gazı vs ile çocuğun ödev yapmasına harcanacak bir lüksiyat değildir. Ama yine de sağolsun, anam babam pek sakınmazdı bunları. Bırak çocuk dersini ödevini yapsın dedikleri sayesinde şimdi buralardayız. ALLAH onlardan razı olsun. Ama gazın olmadığı, köye haftada bir gelen gazcıyı yakalayacaksın, alacaksın da ölme eşeğim ölme, yaz gelsin yoncalar hesabı…

 

Velhasıl kelam KARLI GÜNLER böyleydi bize, sadece bir kesiti olan zorlukların. Kalın bir mont, kazak olmayışı, çizmenin yırtıklığı, içe giren sudan, soğuktan, kardan tir tir titreyen, uyuşan vücutları da başka seferlere yazarız. Geçenlerde oğluma anlatırken, soruyor BABA elin soğukta uyuşması nasıl bir şey ve uyuştuğunda nasıl geri ısıtırdınız diye. O yüzden girişi günümüz çocukları diye başladım. Yeri gelmişken, sizin eliniz hiç soğukta üşümekten hiç uyuştu, çıngıştı mı? Sağlıcakla duayla ve doğayla kalın.

 

KARA ÇADIRIN KARA EVLADI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder