TOPLUM OLMAK
Bakın bir çevrenize, herkes bir terane tutturmuş gidiyor. Çok fazla siyaset yapmam, siyaset üstü düşünür ona göre hareket etmeye, yorum yapmaya çalışırım. Lakin öyle bir işlemiş ki iliklerimize dek siyaset, gerçek siyasetin ötesinde çıkar meselesi resmen damarlarımızdaki akan kan, alıp verdiğimiz nefesten daha içte bir yerde, ruhun derinliklerinde adeta. Sosyal medyada yada bırakın orayı, hem herkes yok oralarda, hem de gerçeklik haliyle hareket edilmiyor ya, gelin normal hayatımıza bakalım:
Ta eskilerden çoktan beri görmediğimiz, mesela orta hatta ilk okuldan, yada yaşınız daha ileriyse üniversiteden yıllardır arayıp sormayan kaç arkadaşın teli var elimizde. Yada kaçını ne kadar sıklıkla ararız, yine aynı şekilde onlardan kaçı sizi bırakın normal vakti, düğün bayram vs.de kaçı aradı. En son ne zaman görüştük böylesi bir arkadaşla. En son aradığımda bir arkadaş, hayırdır bu taraflara mı geldin, bir ihtiyacın mı var? Diye başlamıştı söze, yok kardeşim öylesine içimden geldi aradım dedim ama Allah var ondan sonra da ben de aramadım dahası belki de numarası bile yoktur yeni telefonda.
Velhasıl çıkarsız hiç birinin yüzüne bakıp, gülümsemez olmuşuz, ancak isim düşer ihtimali olanlarla yürümeye gayret ediyoruz. Yine sosyal medya diyeceğim, çünkü oradaki sözde dostlar ile daha çok karşılaşıyoruzdur normal hayattakilerden, en azından aktif olanlar ile. Mesela kendi adıma itiraf edeyim, en yakın arkadaş, akraba, eş dostlara bakıyorum, çoğusu görmüyor bizi. Diyorum herhâlde çok girmiyor, görmüyordur. Ama bir bakıyorum, bir paylaşım yapmış yada başka bir paya ifade bırakıp, hatta dahası yorum bile yazmış. Bir iki daha kontrol edince, of esas oranın fenomeniymiş, birbirleriyle bayaca yorumlarda sohbet edip, ver veriştirmişler. Bakıyorum bizimkileri görmemiş bile, yada görmeziye vermiş. Hatta dahası demek ki bizle bir işi yok, yada bir ihtiyacı kalmamış. Neyse buna da eyvallah deyip geçiyoruz.
Ama durun konumuz bu değildi. Toplum olmak, aslında burayla da alakalı, çıkar uğruna neleri feda etmiyoruz şu hayatta, bir düşünsenize. Çocuğu işe koyar, okulda istediğin öğretmene kaydettirir, belki ihtiyacım olur birim değiştirir veya bir yere tayin isterken filan diye nicesiyle yapılan ahbaplıklar.
Şahsi çıkarları bir tarafa koyarsak, maalesef siyaset öyle bir işlemiş ki, resmen iliklere dek. Kesseler kanımız taraf olduğumuzdan akacak resmen. Doğru yanlış bakmadan körü körüne savunuyoruz idealleri.
Mesela bugünlerde gündemde olan Akbelen ormanı diye tutuşurken, yanıp giden Çanakkale yangını, Gülnar yangını ve daha nicesi olurken tüyümüz ürperdi mi acaba. Yada yine öte yandan, madem bir hata var, millet de bu kadar yerli yersiz tepki oluşuyorsa, neden yanlışa diretmek, anlamak mümkün değil.
Yada koca iki depremde etkilenen onca il, milyonlarca insan için acaba hiç burun direğimiz sızladı mı? Bizzati etkilenenler hariç çoğumuz unuttuk gittik daha şimdiden, halen etkisi sürer, irili ufaklı bir sürü depremle beşik gibi sallanırken.
Hazır deprem demişken, nerelere ne kadar bina yapıldı, hangileri yenilendi, kimler yerleşti. O kadar evi, hayatı, işi gücü gitmişken, hangileri nasıl ödeyecek veya mevcut ev tapu vs.si nasıl olacak, yeni yerleşimlere yapılan evler nasıl ücretlenecek vs deli sorular.
Dahası öte yandan tüm ülke olarak deprem riski ile yaşarken eski evler, apartmanlar nolacak, yoksa unutmuş gibi yapacak ve büyük bir deprem de yine ahlayıp vahlamaya devam mı edeceğiz. Bu kadar lükse alışmış, bir yaşam tarzı olmuşken şatafat, gösterişli, yerini bulmaz harcamalar diz boyuyken, nasıl olacak tasarruf yapacak ve mevcut kaynakları doğru yerlere kullanmayı öğrenebilecek miyiz?
Hani çok Atatürkçüyüz ya, toz kondurmayız, peki kaçımız Atatürk dizisini iptal eden, yayınlatmayan digital kanala ve dolaysıyla sebep olanlara tepki gösterdik. Hadi iptal edemezsiniz o kadar üyelik sözleşmesi vs vardır eminim de hiç değilse bir paylaşım yapıp, kaçımız disneyiptal dedik.
Nehir Karakuş ailesini depremde kaybeden çoklarından sadece birisi, hukuk fakültesini bitirmiş. Daha nicesi vardır lakin niyeyse bir ikisinin eli tutulur. Birşeyleri desteklerken dahi yine siyasi bakar ve ancak bizim tatafsa destek atarız.
Hepimizi baştan sona etkileyen enflasyon, hayat pahalılığı. Fiyatlar aldı başını gidiyor diye sürekli iktidara yükleniyoruz ya, acaba son tahlilde mesela tuvalet kağıdı omuzlayıp, çifter çifter götürürken, ya durun arkadaş almıyorum. Evdekileri kullanırız, gerekirse 3 ay afedersiniz, silmeyiz, yıkar geçeriz dedik. Omuzlayıp gittik ve daha biz duyup, gelip omuzlamadan zaten zamın birazı girmişti piyasaya da biz devamında gelecekten yırttık sözde de bolcana talep ederken de aslında gizliden zaten artacak fiyatlara gaz verdik, 3 olacakken zam zaten 13-15 ile başladı. Daha da oldukça fırsatçılar koydular da koydular ve halen koyuyorlar da artık kabul ettik, hani 2-3 paket almıştık ya sözde kar ettik. E sonra nolacak 3-5 ay sonra illaki bitecek. 50’ye aldığın paket fiyatı o zaman nolacak dersiniz, belki de 500’e dayanmışla, zaten kabullenmiş olup alacağız.
Peki bunun yerine koşup, kapış kapış yapacağımıza millet olsak, topyekûn hareket etsek almasak mesela zam gelecek denildiğinde tuvalet kağıdı, kağıt havlu. Mesela 3 ay veya 5 ay gerekirse hiç almasak nolur dersiniz? Ellerinde kalıp, fiyatları bırakın zamlı zamlı kakalanmayı, belki de 50 olanı aynı fiyattan, hatta belki de düşmüş haliyle 35’ten verecekler, vermek zorunda kalacaklar.
Aynı şeyleri zamanında yağda, şekerde, unda ve hatta hemen hemen tüm tüketim malzemelerinde yaptılar. 3-5 liraya aldığımız şekerler 25-30 lira civarında. Hatta gidiyor da gidiyor fiyatlar. Mesela çıkartalım hayatımızdan şekeri, çaya şeker atmayalım, tatlı yemeyelim, zaten zararlı beyazlardan birisi değil mi? Başta kanseri ve dahi birçok hastalığı tetikleyen ana gıdadan biri şeker, kullanmayalım yada azaltalım. Ama öyle 3-5 kişi değil ha, 3-5 milyon hatta topyekûn tüm millet, 20-30 milyon. Bakın gözleyelim ne yapacaklar fiyatları, mecbur düşer, nereye kadar stok edecekler, ellerinde ne kadar tutacaklar dersiniz.
Neyse farkındayım çok uzattım, daldan dala biraz fazla oldu ve her şeyde yazacak, söyleyecek çok hs var ve söyledikler kadar söylemedikler, bilmedikler var.
KARA ÇADIR KOYAĞI’ndan seslenirim bazen, şehrin göbeğinde, Ankara’nın ortasında, şehir tarımı, şehiriçi tarımsal üretim diyerek üretime dair birkaç vurgu yaparım. Bilirim çoğuna boş gelir söylediklerim, ama maalesef şehre göçün tavan yaptığı yıllardan beri kendimizden, özümüzden, kırsaldan ve daha da önemlisi üretimden koptuk, koparıldık. Artık tamamen tüketim toplumuna dönüştük ve maalesef ancak tüketiyoruz ki tüketirken de aslında için için tükeniyoruz. Taki üretime geri döneriz, o vakit eskiye kavuşur, dahi millet ve toplum olarak kendi ayakların üzerinde durabiliriz. Yoksa mı, yoksası yok, yok olur gideriz.
Yine de yeğse kapılmadan, öz benliğimizi daha çok kaybetmeden ayağa kalkmalı, toplum olmayı, birlik beraberlik içerisinde kendimizi bulmayı bir an önce başarmanın vakti geldi geçiyor. Haydi ne duruyoruz, şimdi tam vakti...
KARA ÇADIRIN KARA EVLADI
Karayolcu Orman Mühendisi
.... #şehrinGöbeği’nde #ankaraNıNortası’nda #şehirTarımı #şehiriçiTarımsaLüretim’de başarının büyük kısmı emektendir. #tüketirkenTükeniyor’uza en güzel çare #kurtuluşunAnahtarı üretimdir.
Herkes birgün köylü, toprak sahibi olacak, istesek de, sevmese de, mühim olan nerede ve ne şekilde olduğu. Özellikle #depremHaritası’nda koyu kırmızı yerlerde #müstakilEv kadar yapılaşma olması dileğiyle