KARA EVLAT OLARAK ben - 5
Kaldığımız yerden devam, 1989 ilk baharı muhtemelen Şubat sonu Mart başı gibi bir zamanlar. Karakız mezarı yaylasına göçüyoruz, Manız’dan. Normalde ekin derim zamanı olan temmuza kadar kalmak icap eder Manız’da kalmamız ama bağ bahçe, hep zarar ziyan, bağ yaprak açmadan gitmek gerek yaylaya, alimALLAH birinin bağına bahçesine girse ödenmez tüm varı yoğu satsak, karşılamaz milletin zararını, millet dediğimde eş dost akraba, konu komşu. Ama olsun insan oradan bir gelir bekler. Diğer taraftan da yiyecek az kalmıştır Manız’da davara, çalı çırpı bitmiştir ve davarda gitmek ister, yön yukarı yukarıdır, her zamanki olduğu gibi...
Göçülmüştür yaylaya, muhtemelen traktörle, ekinin arasına, orası da zarar ziyan aslında bu mevsimde ama yapacak birşey yok, mecbur TAT MOĞMED ve ahalisi. Bir taraf ekin, bir taraf nohut illa bir muzur var. Ama neyseki sarı sekisi'nde geniş ekilmeyecek yerler, taşlık dağlık alanlar fazla ve diğer tarafta, Sak Bekir'in davarıda güdüdedir ve Hebilli de hizmetimizde olup, o taraflarda da çalılık, dağlık alanlar fazla. Bizimde davar artık 80-100’ü zorlar sayıda, hey maşALLAH be, bereket versin bereketli olsun. Ama muzur çok dedim ya, Arifli musallattır sahanın kuzeyine, sürekli bir taarruz bizim otlaklara, sürekli başında durup bekleyemen ya, arada denk geldiğinde cingar döğüş, zaten bizimkilerinde ağzı var dili yok. Ki daha çocuklar yok belki varsa sadece abim var, bizim koyak'ın (koyak: davarın ağılının, çadırın, çardağın olduğu arkası hafif tepelik tarla kısmına verilen isimdir) ense yüzünden geçen bir yabancı, duman tütmüyorsa çadırdan, haberi olmaz, ruhu duymaz. Bizim koyakta bir çadır olduğunu fark etmezmiş. Neyse öyle böyle geçer hayat, o sene güze doğru yaklaştıkça BENde bir heyecan, içimde bir kıpırtı. Neden mi? Okula başlayacak bu garip, o gün bugündür her yeni şeye başlayacağımda, hatta her sabah bu duyguyu hisseder bu yürek, içte hafif bir kıpırtı, pır pır atar yürek, planlar, kurar kafada herşeyi, en azından kurmaya çalışır. Tutar tutmaz o ayrı mesele. Tabi o zamanlar şimdiki gibi bilinçli değil, okula kaydolunur, Eylül gelir ilk okula başlanır. Köyde okul var neyseki, ama dedebeleni'ne damın olduğu yere bile mesafe 3 km'ye yakın, yürü baba yürü, her gün git gel. İlk öğretmenim, kulakları çınlasın İlhan METİNOĞLU, sağolsun çok emeği var üstümüzde. İlk zamanlar, ablamda Kur’an kursuna gidiyor, o vesileyle yalnızlık çekmiyorum en azından yolda gidip gelirken. Birde mahalleden daha Musa Kiya göçmemiş ovaya, onlarda davarcı daha ve onlarında Vahit abi, Mehmet abi orta okulda ve Hatice var sınıf arkadaşım, kulakları çınlasın hepsinin, hep beraber gidip geliriz. Sonra sonra ablam sabah bırakıp, ikindi kendim Hatice ile birlikte orta okulun dengine kadar geliyor, oradan da Vahit ve Mehmet abilerle buluşuyor geliyoruz Dedebeleni’ne kadar. Bizim okulda daha eski yerinde, şimdiki düğün salonunda. 3’üncü sınıf sonuydu herhalde orta okulun oraya taşındığı ilk okulun yada 4’üncü sınıfın ortası.
Dediğim gibi Pusat dağına göçümüz sonrası Manız’a gelinmiş ve baharda zarar ziyanın oluşması zamanında Karakız Mezarına göçmüştük ve o sene güzünde okula başlamıştı bu kara çocuk. Zaten o zamana yakın yıllarda yavaştan kendi başıma oğlak güder olmuştum, en azından oğlaklar daha küçükken, dallanma vb dönem gelmezden evvel. Oğlak gütmek, hatta çobanlık zor zanaattır, hayvanların dilini, arzusunu, nasıl ve nereye meyleder bilmek gerekir. Oğlak gütmek zordur, önü, başı akıp giderken arkası geride kalıp, tezer, kaybolur. Önden gidenlerin önünü kesmek, arkada yada yanlara çok dağıtmadan, kalanları sürüye dahil etmek gayeli sürmek, hızlandırmak, bir nebze onları yönlendirip, yönetmek işidir, oğlak gütmek. Ve genelde bu işi evin çocukları, kara çocuklar yapar.
Okula başladık, Dedebeleni Mahallesi, damdan okul 3 km civarında uzaklıktadır. Her gün o yol yürünmekte, ikindi yada akşamında geri gelinmektedir. Öyle kar kış, fırtına rüzgar, tipi fark etmeksizin hem de her gün. Şimdi evin önünden servise binip, okulun kapısında inen çocuklara, bunlardan şikayet etmemeleri için bir sebep olur belki bu anlattıklarım. İlk sene ablam köye, camiye Kur’an Kursu’na gitmektedir, onunla birlikte olur bizim yolumuz, yolculuğumuzda. Onunla başlamak benim için, evin küçük çocuğuna bir şanstı belki de bu şansın vermiş olduğu kolaylıkların sonucunda evin okuyan tek çocuğu olma avantajı sağladı. Avantajlardan birisi de yine muhtemelen küçük olmanın sağladığı kolaylıklardan, abi, abla gibi 7-8 km yol yürümek zorunda kalmamamdı, en azından sürekli, kış yaz olarak. Bazen tek kaldım, bazen dedemler de kaldım, özellikle havanın kötü olduğu zamanlarda yaylaya, 7-8 km yolu sürekli gidip gelmek zorunda kalmadım. Çok çok kötü olduğu günlerde de, köyün içinde dayımlarda kaldım, ALLAH razı olsun hepsinden, üzerinde emekleri çoktur. İlk yıla ablamla gidip gelirken alıştım, şükür. Zaten şimdiki gibi sessiz sakin, uyumlu bir kara çocuk olmamdan, uyumum pek de zor olmamıştır. Lambada bir kot pantolonum vardı, diz kısımlarında birkaç desen vardı, şimdi pek hatırlamıyorum, ne deseniydi. 23 nisan etkinlikleriydi muhtemelen, şiir okuyacağım çıkıp kürsü de, ilk defa toplum karşısına çıkıyorum, onun vermiş olduğu heyecanla unuttum okuyacağım şiirin ortasında ve NEYDİ diye sormuştum, muhtemelen öğretmenim İlhan METİNOĞLU’na. Daha sonra o etkinlik yada bir başka tören yine, çok fena çişim geldi, çocukluk işte, git söyle öğretmene, yok tutuyorum. Ama en sonunda dayanamadım, saldım çişi altıma, oh bir güzel çişimi yapmıştım, ALLAH’tan kakam gelmedi, nolurdu bilmiyorum.
Okulda ilk yıl böyleydi, çalışkan bir çocuktum genel olarak okul hayatımda. Daha sonraki yıllardan bir yada ikinci sınıftayız. Daha Musa emmimler ovaya göçmemişler. O sene çok fena kar yağmıştı, yine böyle karlı bir kış günü, sabahtan hafiften yağıyor, Mehmet abilerin izine basa basa gittik okula. Onlar orta okulda, kardeşi Hatice ile BEN de bizim sınıftayız. İkindi oldu, okul çıkış saati. Geldiler, yollar karlı ve kötü olunca biraz da erken, zil çalmadan çaldılar kapıyı, Hatice ve beni söylediler öğretmene, öğretmen de tamam gidebilirler dedi. Bende çocukluk ya, dayımlarda kalacağım bugün dedim. Neyse onlar gitti, bir süre sonrada hem kar durdu, hem de zil çaldı, bizde çıktık okuldan. Ama baktım üstünden kar yağmıyor ve gidenlerin izide duruyor, daha bozulmamış. Kendimce bunların izinden giderim diye düşündüm, dayımgilde kalacağıma izinden giderim, evde ailemle kalırım. Başladık yürümeye, sonradan karda başladı, lapa lapa yağıyor. Yağdıkça yağdı bir süre sonra izler kapandı, tabi bir taraftan da kar seviyesi çotumda. Git git gidilmiyor, git git bitmiyor, yağdıkça da yağıyor, iyice sis de çöktü. İkindi 2:30-3:00 gibi çıktığım yarım saatlik yol uzadıkça uzadı. Sonrasında neyse öyle böyle Musa Kiyanın evinin orayı geçtim, artık hiç iz yok ortalıkta, olanlarda iyice kaybolmuş. Diğer taraftan da bende güç kuvvet kalmadı, güç olsa nolacak bacak kadar çocukta. Ama gerçekten bacak kadar tabiri uyardı bana, orta okul sonda 1,29’du boy grafikte en küçük 1,30 cm olduğundan öğretmen onu işaretlemişti, Liseden sonra uzadım daha çok. Neyse son viraja geliyorum, iyice üstü de karardı, sis çöktü her yere. BENde de ne güç kaldı ne kuvvet, rüzgarlı olsa, üflese uçar gider herhalde eme tipi yok neyseki. Son virajdan düzlüğe doğru gelirken, anam da kulakları çınlasın merak etmiş, en azından Musa emmilere bir sorayım diye geliyormuş. Karşıladı beni, baktı enerji bitmiş, adım atacak takat kalmamış. Hop etti sağ olsun sırtına ve kalan yolu anamın sırtında geldim. Böyle bir karlı maceraydı yaşadığım işte, o yüzden midir bilmem ama şimdi kışı, soğuğu ve özellikle de Ankara’nın kışını sevmiyorum, gerçi nerede o eski kışlar. Bizim oralarda bile bir kar yağardı, tipiyle birlikte kürtün yapardı, misal bizim tek katlı damın önünü komple kapattığı, damın boyunda (yaklaşık 3 m) kar olduğu zamanları hatırlıyorum. Eminim o zamanlar, Ankara’nın kışı da daha sert ve gerçek kış oluyormuştur…
Bu hikayeyle birlikte bu günlük yetsin, dahası gelecek sefere. Kara Çadırın Kara evladını takipte kalın. Sağlıcakla kalın…
KARA ÇADIRIN KARA EVLADI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder