Sudan Hayatlar

 

SU ÜZERİNE

 

Teknede hamur, bahçede çamur, ver Allah’ım sicim gibi yağmur.

Diye bir tekerleme vardır ve çocuklukta birçok zaman söylenmiştir. Sevdiğim tekerlemelerdendir, ansı vardır.

 

Pusat Dağı zamanları, 4-5 yaşlarında ancak varım. Davarlı günlerde su önemli, gerçi her zaman için su hayattır ama o zamanlara önemi daha bir büyüktür. Siz hiç 5’er yada 10’ar lt.lik kaplarda 2-3 km veya daha fazla su taşıdınız mı? Hem de elde, helke dediğimiz, kimi yerlerde bakraç olarak bilinen ağzı açık kovalarda. Yürüdükçe sapıyla, içindeki suyla dengesi bozulur ve az yada çok dökülür, ağırlaştıkça yarlarda vücuttan uzak tutmak zorlaşır ve dökülenler bacaklara, ayaklara olur. Ayaktaki lastik pabuç veya çizme ise belli bir dökülme sonrası ister istemez ayaklar ıslanır. Ve yürüdükçe ıslanan ayaklar ses yapmaya başlar, vıcık vıcık sesler gelir. Yağmurda ayakkabısı yırtık olan veya içine su gidenler bilir, o sesi duyarlar. Kap belli bir yorgunluktan sonra o kadar ağırlaşır ve yürünen yol bir patika ve sağda, solda hafif yükseltiler, kayalar varsa, onlara çarpan kapların etkisiyle de dökülmeler artar. Yorulursunuz, arada oturup dinlenmek istersiniz. Ve en sonunda eve gelmiş, bir bakmışsınız, helkedeki su yarıya inmiş, boşa giden su da cabası.

 

Böylesi günler, su önemli. Kuyularda biten suya şimdiki gibi tankerler vs ile döktürmek de pek mümkün değil. Zaten kuyuların olduğu yerlere traktör vs aracın çıkması, varması da imkansız. Damlacık var, küçük bir mağara ve içerisinde birkaç çukurluk ve yukarıdan akan suların etkisiyle oluşmuş sarkıtlar. Oralardan hemen hemen yaz kış su damlar. Yine içeride bulunan kovuk ve yarıklarda da su birikintileri olur. Susuz kaldığınız zaman, özü delik ot, ekin sapları gibi malzemeleri pipet şeklinde kullanarak buralardan su içmek mümkün. Ve o suyun lezzeti de başka yerlerde yok, en azından ben bulamadım. Kaynak suyu deyince öyle şarıl şarıl  akan kaynak suları aklınıza gelmesin, yaz günlerinde sabaha kadar aksa iki üç kase dolacak kadar ancaktır.

 

Bu bahsettiğim damlacığa yakın, boz armut dediğimiz koyakların oralardayız. Tarlaların kenarlarında iki tane yabani armut ağacı vardı ve oralar tarif ederken, boz armutlu diye söylerdik. Neyse oralardayız, kulakları çınlasın anamla oğlak otlatır, güderiz. Bir yağmur başladı. Şimdiki gibi şemsiye, yağmurluk nerede olsun. Yaz günüydü, üstümüzde pek kalın kıyafette yoktu. Kısa kollu yada ince gömlekler vs. Hafiften başlayan çiseler eşliğinde ben de başladım tekerlemeyi söylemeye. Teknede hamur, bahçede çamur, ver Allah’ım sicim gibi yağmur. Söyleyip duruyorum. Az sonra bir fışkın geldi, Aman Allah’ım, öyle böyle değil. Gök yarıldı, yerin içine girdi derler ya, öyle. Oğlaklar kenarlardaki kovuklara, ağaç diplerine doluştu hep. Bizde öyle ama baktık olacak, ağaç yağmuru tutacak gibi değil. Ne yapalım, koş damlacığa. Koşsan ne fayda, zaten ıslandık iyice. Vardık damlacığa, az bekledik uz bekledik.  Zaten yaz yağmuru, çabuk geçer. Ama iyi bir ıslandık. Sonrasında eve doğru kaçışan, ağaç diplerine kuytulara sığınan oğlakları toparladık. Bizim üstümüz başımızda yaz günü olunca öyle yada böyle kurudu. Zordu ama bir o kadar da güzel günlerdi. Suyun değerli olduğu zamanlardı…

 

Bakınca çok değişen bir şey yok aslında, su yine önemli hele ki böylesi yağışın az olduğu kuraklığın rahatsız edici boyutlarında. Su önemli, tasarruf etmeli, gelecek nesilleri gözetmeliyiz. Su savaşları deniyor, kim bilir yakındır. Sonumuz hayrolsun, Duayla, doğayla ve sağlıcakla kalın.

 

KARA ÇADIRIN KARA EVLADI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder