SU
ÜZERİNE
Teknede
hamur, bahçede çamur, ver Allah’ım sicim gibi yağmur.
Diye bir tekerleme vardır ve çocuklukta
birçok zaman söylenmiştir. Sevdiğim tekerlemelerdendir, ansı vardır.
Pusat Dağı zamanları, 4-5 yaşlarında ancak
varım. Davarlı günlerde su önemli, gerçi her zaman için su hayattır ama o zamanlara
önemi daha bir büyüktür. Siz hiç 5’er yada 10’ar lt.lik kaplarda 2-3 km veya
daha fazla su taşıdınız mı? Hem de elde, helke dediğimiz, kimi yerlerde bakraç
olarak bilinen ağzı açık kovalarda. Yürüdükçe sapıyla, içindeki suyla dengesi
bozulur ve az yada çok dökülür, ağırlaştıkça yarlarda vücuttan uzak tutmak
zorlaşır ve dökülenler bacaklara, ayaklara olur. Ayaktaki lastik pabuç veya
çizme ise belli bir dökülme sonrası ister istemez ayaklar ıslanır. Ve yürüdükçe
ıslanan ayaklar ses yapmaya başlar, vıcık vıcık sesler gelir. Yağmurda
ayakkabısı yırtık olan veya içine su gidenler bilir, o sesi duyarlar. Kap belli
bir yorgunluktan sonra o kadar ağırlaşır ve yürünen yol bir patika ve sağda,
solda hafif yükseltiler, kayalar varsa, onlara çarpan kapların etkisiyle de
dökülmeler artar. Yorulursunuz, arada oturup dinlenmek istersiniz. Ve en
sonunda eve gelmiş, bir bakmışsınız, helkedeki su yarıya inmiş, boşa giden su
da cabası.
Böylesi günler, su önemli. Kuyularda biten
suya şimdiki gibi tankerler vs ile döktürmek de pek mümkün değil. Zaten
kuyuların olduğu yerlere traktör vs aracın çıkması, varması da imkansız.
Damlacık var, küçük bir mağara ve içerisinde birkaç çukurluk ve yukarıdan akan
suların etkisiyle oluşmuş sarkıtlar. Oralardan hemen hemen yaz kış su damlar.
Yine içeride bulunan kovuk ve yarıklarda da su birikintileri olur. Susuz
kaldığınız zaman, özü delik ot, ekin sapları gibi malzemeleri pipet şeklinde
kullanarak buralardan su içmek mümkün. Ve o suyun lezzeti de başka yerlerde
yok, en azından ben bulamadım. Kaynak suyu deyince öyle şarıl şarıl akan kaynak suları aklınıza gelmesin, yaz
günlerinde sabaha kadar aksa iki üç kase dolacak kadar ancaktır.
Bu bahsettiğim damlacığa yakın, boz armut
dediğimiz koyakların oralardayız. Tarlaların kenarlarında iki tane yabani armut
ağacı vardı ve oralar tarif ederken, boz armutlu diye söylerdik. Neyse
oralardayız, kulakları çınlasın anamla oğlak otlatır, güderiz. Bir yağmur
başladı. Şimdiki gibi şemsiye, yağmurluk nerede olsun. Yaz günüydü, üstümüzde
pek kalın kıyafette yoktu. Kısa kollu yada ince gömlekler vs. Hafiften başlayan
çiseler eşliğinde ben de başladım tekerlemeyi söylemeye. Teknede hamur, bahçede
çamur, ver Allah’ım sicim gibi yağmur. Söyleyip duruyorum. Az sonra bir fışkın
geldi, Aman Allah’ım, öyle böyle değil. Gök yarıldı, yerin içine girdi derler
ya, öyle. Oğlaklar kenarlardaki kovuklara, ağaç diplerine doluştu hep. Bizde
öyle ama baktık olacak, ağaç yağmuru tutacak gibi değil. Ne yapalım, koş
damlacığa. Koşsan ne fayda, zaten ıslandık iyice. Vardık damlacığa, az bekledik
uz bekledik. Zaten yaz yağmuru, çabuk
geçer. Ama iyi bir ıslandık. Sonrasında eve doğru kaçışan, ağaç diplerine
kuytulara sığınan oğlakları toparladık. Bizim üstümüz başımızda yaz günü olunca
öyle yada böyle kurudu. Zordu ama bir o kadar da güzel günlerdi. Suyun değerli
olduğu zamanlardı…
Bakınca çok değişen bir şey yok aslında,
su yine önemli hele ki böylesi yağışın az olduğu kuraklığın rahatsız edici
boyutlarında. Su önemli, tasarruf etmeli, gelecek nesilleri gözetmeliyiz. Su
savaşları deniyor, kim bilir yakındır. Sonumuz hayrolsun, Duayla, doğayla ve
sağlıcakla kalın.
KARA
ÇADIRIN KARA EVLADI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder