Meşgale
amaçlı şehir tarımı, şehiriçi tarımcılığı olarak çıkıp, tüketirken tükeniyoruza
çözümler olsun, Ankara’nın ortasında üretim, tarımsal üretim, permakültür
tarımsal üretim diyerek yol almaya çalıştığımız uğraşlardan bahsediyoruz.
ESKİLER
NE GÜZELMİŞ
Hava
bedava, su bedava diye başlayan şiire inat her şey paralı artık, hayat pahalı, çok
pahalı hem de. Daha yakın geçmişte, milenyum başında her köşede bir ucuzcu
dükkanı açılırdı ve bir milyoncuydu adı, daha 6 sıfır atılmamıştı o zamanlar. Sonrasında
6 sıfırı attık, nasıl oldu bilmiyoruz ama ortalık bayağıca düzeldi, iyi
gidiyoruz derken, hop bir baktık bir milyoncular artık BEŞ-10 MİLYONCU oldular.
Eskiden, eskiler ne güzelmiş. Tüketimin
hat safhada olduğu şehirlere her zaman inilmez, sadece belli başlı ihtiyaçları
gidermek için çarşı pazar yapılırmış. Aydınlanma için gaz ve gaz yağı almaya,
kılık kıyafet için basma, bez almaya gibi belli başlı ihtiyaçlar için
gidilirmiş çarşıya, şehre. Hemen hemen bütün ihtiyaçları kendin üretir,
kendinde yoksa konu komşunun ürettiği ile seninkileri değiş tokuş ederek, bütün
ihtiyaçlar karşılanırmış. Hatta daha da ileri giderek, hayvan iç yağı ile
aydınlanma ihtiyacı, hayvanlardan elde edilen yün vs ile çorap, ceket, kazak gibi
üst-baş ile yine hayvan derileri ile de çarık, ayakkabı gibi ihtiyaçlarını insanlar
kendileri gidererek, çarşıya pazara gidilmez, ihtiyaç duyulmazmış. Üretim,
baştan sona üretim ve kendi kendine yetme potansiyelini düşünebiliyor musunuz?
Her şeyi ama ihtiyaç duyabileceğin her şeyi doğadan, kendi ürettiklerinle ya da yakınlarında üretenler ile değiş tokuş yaparak karşılayabiliyorsunuz. Benim tarlada buğday yetişiyor ve davarım var; kışlık-yazlık ekmeklik buğdayın, unun ve süt ve süt ürünleri benden, senin tarlada bahçe ve sebze var; yazlık-kışlık sebze, salça vs ihtiyacım senden. Yandaki hasan usta kel-köşker, ayakkabı, çarık konusunda maharetli ondan da ayakkabı ve deri ihtiyacı tamam. Daha bir başkası da terzi ve kesim-dikim işinden anlıyor andan da kılık kıyafeti hallettik. Hemen hemen bütün ihtiyaçlar kendi içinde, kendi üretimiyle karşılanabiliyor. Tamam fabrikasyon değil, bir banttan milyonlarca çıkmıyor, her renginden, her çeşidinden bolca yok. Ama herkes üretiyor ve üretilenler en nihayetinde herkese, her keseye yetiyor.
Birçok ihtiyacı doğadan olduğu kadarıyla
karşılıyor insanlar, gidiyor biraz tokmakan (semiz otu), biraz yelmik, iğnelik,
gıvışkan topluyor, kavuruyor, yanına yoğurdundan bir kase koyarak ya da bazlamanın,
yufkanın içine koyarak öğle yemeğini aradan çıkartıyormuş. Tüketim toplumu
olduktan sonra şimdilerde, sofrada çorba, ana yemek ve salata-tatlı gibi 3-4
çeşit olmazsa karnımız doymaz oldu. Tamam çeşit bol, bir bolluk bereket var ama
diğer taraftan ancak tüketiyoruz. Sofraya, öğüne koyduğumuz çeşitlerin hepsini
değilse de kırda, kırsalda olduğu gibi hiç değilse birini, ikisini kendimiz
üretsek, üretebilsek çok güzel olmaz mı? Kırdaki, köydeki insan asgari ücret
veya daha düşük bir gelirle, böyle hayatta kalabiliyor. Böylesi de maalesef
ülke nüfusunun sadece %10 ve daha az bir kısmı. Ve bu kadar yüksek maliyetlere,
hayat pahalılığına yine de böyle ayak verebiliyoruz. Tamam her şeyden, her
zaman yiyemiyoruz, et bayramdan bayrama ancak girebiliyor soframıza, her
renginden değil sadece bir iki tane kıyafetimiz var. Ama ayakta durmaya
çalışıyoruz…
Üretim, sonuna kadar üretim. Şahlanmamız tamamen tüketim toplumundan çıkıp, üretim toplumu olmamıza bağlı. Akın akın şehirlere gelen nüfusa yönelik üretim kesinlikle şart ve diğer taraftan köye, kırsala yönelik de üretim teşvik edici, onları yerinde tutacak ve üretime daha çok katkı sağlayacak politikalar geliştirmek zorundayız. Tamam ESKİye dönmeyelim ama yenilenirken de eskiden kötüye gitmeyelim.
Çeşit çeşit, her şeyi her zaman bulamıyormuşuz ama yine de ESKİLER daha GÜZELMİŞ…
KARA
ÇADIRIN KARA EVLADI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder