Karlı
günler, güneşli günler, sıcak-soğuk günler vs olarak anlatılır ya, BENim de
davarlı günler diye başladığım yazılara, ANILARDAN BİR KARE diyerek, yeni
yaşanmış hikayelerle devam edelim.
DENİZE
GİDENLER
Lise yılları, Silifke’de birkaç farklı
yerde, köyden birkaç farklı arkadaşımla öğrenci evlerinde kalarak geçti. Şimdilerde
olduğu gibi köye her gün gidip gelen dolmuşlar yoktu. Şimdi de çok farklı değil
hele kışları ama, bir yada iki de olsa, en azından gidip gelme imkanı var. Sabah
gider akşam gelirdi o yıllarda bir yarım otobüs, o da yolcu olursa. Her gün
gidip gelse de, hem masraf olarak altından kalkılmazdı, hem de köydeki bizim
mahalle ve ev merkeze biraz uzak olduğundan, karda kışta ta oralara kadar
gelmezdi, gelemezdi dolmuş otobüs. Şimdilerde kuru havalarda dahi gelmeye
nazlanan çokları var, klimaya yolun tozu toprağı doluyormuş, oraya kadar
geçemezmiş. Arkadaş oraya geçmem, gidip gelmem, masraf olur, farkını verirsen
giderim demiyor da…
Öylesi yıllarda, hava müsait
olduğunda hafta sonları köye gelir, anne-babaya yardım eder araç durumuna göre Pazar
akşamı veya pazartesi sabahı geri gideriz. Ve sağolsun Mecit abinin hakkını
ödeyemem, çok zaman kahrımı çekti, Cuma iş çıkışı beni de aldı ve Pazar akşamı
da Silifke’ye çok yol yaptık. Hem de giderken, yufka ekmeğinden tutunda,
yakacak malzemeye kadar bir çok şeyi ta evin önünü kadar götürerek. Hele Hikmet
emminin bakkalından bir kilo yada daha fazla lokum alıp, yiye yiye gittiğimiz
ve abi bu sefer BEN ödeyeyim dediğimde, yok senin paran geçmez diyerek. Ve o
lokumların tadını yediğim, güllü, çifte kavrulmuş ve daha nice çeşidinde hiç
bulamadım. ALLAH Mecit abimden razı olsun…
Böyle böyle, hafta içi okul, hafta
sonu gelip hem yardım hem de kirlilerin yıkanması ve yufka vs diğer
ihtiyaçların tamam olması için gelip gitmelerle Liseli yıllar, zoluklar ve bir
o kadar da güzelliklerle geçti. Geçerken böylesi zamanların bazılarında, okul
çıkışlarında ya da okula gitmeyerek, arkadaşlarla ta Taşucu’na denize
gitmelerimiz olurdu. Şortlar vs yanımıza alır daha Nisan’dan başlardı deniz
sezonu bizim için. Binerdik Taşucu dolmuşlarına, sür denize, gir girme iyice
eğlen, sonra da o ıslak şortun üstüne tam kurumadan pantolonları giy, bin
dolmuşa geri gel. Hem de ıslak ve tuzlu olan vücut ve şortun ıslağı ve tuzdan
kaynaklı beyaz lekesi pantolonun üstüne çıka çıka…
Bazı hafta sonları köye ailenin
yanına, yardıma gelmeyip, oralarda kalıp, binip bisikletlere, oltayı vs.de
alıp, 10-12 km mesafe de olan Taşucu’na denize, liman iskelesine kadar gidip,
sözde balık tutma eğlencesiyle çok güzel vakitler geçirdik. Hatta gidip
gelirken, yorulduğumuz yerlerde dinlenme bahanesiyle durduğumuz, soluklandığımız
yerlerde, yol kenarındaki bahçelerden, nar, portakal vs meyveler yiyerek. Şimdilerde
düşünüyorum da iyi ki yapmışız, zo ama güzel ve eğlenceli günlermiş.
Diğer taraftan daha toy
zamanlarımızda, Sayağzı’nda Su Büklümü’nün orada, SİLİFKE Anıt’ta ayakkabıcı
boyacılığı yaparak geçimini sağlayan Köse Kocanın evinde otururken, hemen yolun
alt tarafından büklüm büklüm akan Göksu Nehri’ne gidip balık tutma eğlencesine
geçen vakitler ve tuttuğumuz balıktan ne çıkacak ki. Veya Silifke Müzesi’nin arka
tarafında Örnek Camii’nin yanındaki evde kaldığımızda, daha arkada bulunan
Mezbaha’nın orada, o pis kokuların içinde BALIK TUTMA çabalarımızı mutlulukla
yad ediyorum. Neymiş efendim, Mezbağa’dan Göksu’ya akan pis su ve hayvan
artıklarının olduğu yerde balık çok olurmuş.
Çok balık tutup tutmadığımız ve halen daha tam iyi bir yüzücü olup olmadığım bir tarafa, ZORLUKLAR dolu ama güzel günlermiş ve güzel anılar biriktirmişiz, hamdolsun. Çok şükür halimize, ALLAH’a ve bugünümüze…
KARA
ÇADIRIN KARA ÇOCUĞU
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder