Bir sepet Üzüm

 BİR SEPET NAMRUN

 

Bir tarih, zaman tanımlanır ve anlatılırken, süt dökümü, peynir yapma, davar kuzlama, ekin derimi, deri basması, oğlak satımı, davar kırkımı zaman vs şeklinde olur. Mesela BEN kara çocuk, Pusat’ta bir süt döküm zamanı doğmuşum ki muhtemelen, mart-15 ile haziran15’i arasında bir tarih…

 

Yazın süt dökümünün bitip, bağa alaca düşmüş, yavaş yavaş üzümlerin tatlaşmaya başladığı zamanlardan birindeyiz. Karakızmezarı tarafı davar salanı, BEN genelde oğlak çobanı. Oğlağı güdüp gelip davar sağıldı ve süt çekildi mi hatırlamıyorum ama son eşeğimiz olan boz eşeğe binip bir üzüm getireyim diye gittiğim bir gün. Geldim Dedebeleni’ne bağlığın oraya, bir sepete üzüm yoldum, BİR SEPET NAMRUN hem de, heğbenin diğer gözüne ne koydum hatırlamıyorum, belki bir taş bile koymuş olabilirim. Bin eşeğe, sür gerisin geri, dinlenme saati bitmeden yaylaya, ağılın, çadırın, HAYAT’ın sürdüğü yurda geri vardım.



Hikayenin özeti sayılacak bir girişle başlayayım istedim, uzun uzun yazılar, özellikle sosyal medyada, çoğusu için zaman kaybı olarak görüp, sıkıcı olmaktadır. Ama kendi adıma BEN biraz uzuncu, detaycıyım. Yazdıkça yazarım, eee en nihayetinde Hacıbey dedem ve rahmetli koca bir akşam misafirlik sohbetinde askerlik anlatmaya başlamış ve gece yarısı olup kalkma vakti geldiğinde daha asker ocağına yeni varmışmış…

 


Bir anekdotla birlikte gelelim ANILARDAN BİR KARE’ye. Yazın süt dökümünün bitip, bağa alaca düşmüş, yavaş yavaş üzümlerin tatlaşmaya başladığı zamanlardan birindeyiz. Karakızmezarı tarafı davar salanı, BEN genelde oğlak çobanı. Sabahın erkeninde kalkılır yayık vs günüyse daha ortalık karanlıktır, günün başlama saati. Yayık yayılır, yazları bizim okul arası yaz tatili dönemi olması münasebetiyle biraz daha kalabalık olduğundan KARA ÇADIR hane halkı, bir taraf yayıkla, yayığa bişşek sallamakla uğraşırken, diğer taraf sacı senidi ortaya getirmiş bazlama, kahvaltı vs.ile uğraşır. Tabi namaz niyazda ihmal edilmez, vakti geçirilmeden. El birliği ile davar-oğlak salım saati olan 6-6:30’dan önce yayık işleri bitmiş, değişmeli olarak kahvaltı yapılmış ve evde kalacak varsa, onlara da bulaşık, yalaşık bırakılarak davar oğlağa çoban olacaklar ağıl ve kuzluğun ağzını açma fasıllarına geçmiştir. Rahmetli BABAm TAT MOĞMED, genelde davar çobanı, davarı salar ağıldan ve biraz uzadıktan sonra, BEN KARA KURU KAVRUK’ta oğlağın kuzluğunun ağzını, oğlakların meleşmeleri eşliğinde açar ve oğlakların o ağıldan çıkış heyecanı yaşaması, kuzluğun ağzına yığılıp yıkıp, parçalarcasına dışarı koşuşmalarını, tingişmelerini izlerim. En arkadakiler de çıkıp içerde uyuya kalan vs olup olmadığı kontrolünden sonra oğlaklarla birlikte ayhlaya, kişleye dolaşılır, dallanır, sulanır, gezdirilerek güdülüp oğlakların karnı iyice doyurulduktan sonra saat 9:30-10 gibi eve geri getirilir. Sabahki güdüm işi tamamlanmış olur. Koyağa getirildikten sonra oğlaklar kuzluğuna katılır, zaten bir aksilik olmamışsa davar da yavaş yavaş inmeye başlamıştır, koyağa.

 

            Davarın hepsi koyağa geldikten sonra, çevredeki zarar sakat (ekin, harman, nohut, bağ bahçe vs) durumuna göre ağıla katılır ve ağzı kapatılır. Bizim davar genelde koyakta serbestçe yatar, dolaşır, gölgelerde dinlenerek vakit geçirirdi. Sonra ağılın içindeki yada koyaktaki bir ağaç gölgesine helke, bakraçlar ile yem torbası vs alarak geçip oturulur ve davar sağım işi olurdu. Çoğu aileler, kuzluğun ağzına bir çocuk oturtur, birden ikiden oğlak salarak azcık anasıyla emişen oğlağın vermiş olduğu bereketle sağım yapar, muhtemelen keçi yavrusu emiyor dilerek, sütü tutmaz verebildiği kadarını verir düşüncesiyle. Ama bizde hane halkı sayısı azlığından mıydı yada birkaçı hariç keçilerin sağım kolaylığından miydi bilemiyorum, o yöntem pek kullanılmaz. Keçilerin hepsinin sütü sağıldıktan sonra oğlağın kuzluğunun ağzı açılır, hepsi birden çıkan oğlaklar, analarını bulur ve bir güzel emişirlerdi. Birkaç tane YANATMA oğlak hep olurdu, onları da sütü çok olan keçilerden tutarak yem yedirirken birkaç yudum sütte onlar içsin diyerek bir uğraş daha bittikten sonra, ağılın içinde yada dışarlarda serbestçe dolaşarak davar oğlak emişirken, BİZLER de sağdığımız sütleri süt makinesinde çekip, yağlı sütünü pişirip koyarken yağsız sütten de çökelek yapma vs işlerle, yemek, bazlama, sofra serip yemek yeme işleri ile uğraşırdık.

 

          Bahsettiğimi gün davarı sağdık, hane halkı sütle uğraşırken, BEN de eşeğe birşeyler, muhtemelen kışlık odun, çilbiz ile birlikte dedemlere yoğurt, çökelek vs olan heybeyi de semerin ortasına yükleyerek, bir dama gidip geleyim düşüncesiyle çıktım yola. Ama hava sıcak, temmuz ya da ağustos sıcağı, üzeri yüklü eşek giderken, kulağının dibi terlemeye başlamış. Neyse öyle böyle vardık Dedebeleni’ne indirdik odunu, eşek biraz dinlenip, yemini samanını ya da önüne koyduğum bağ dalını yerken, dedemlere çökeleği, yoğurdu ayranı verip, üç beş kelamdan sonra, SEPETİ al ve sür bağın içine. Uzuncaburç üzüm diyarı, herkesin bolca bağı bahçesi vardır ve bizim o kadar yok, olanlara dedemle amcamlar bakarlar ve olsa da davarla oğlakla bakılmaz zaten. Bizim olan, bir evlek bağa da abim bakabilirse bakıyor. Ama yerin kuytuluğundan mı ya da şanstan, cinsten mi bilmem, daha milletin kara üzümüne alaca yeni yeni düşerken, daha geç tatlılaşan NAMRUN var bizim birkaç kök ve onlar bile şırasından yenmez tatta oluyor.

 

       Geçtim bağlığa sepetle, yerlerini bildiğim tatlaşmış, şırasından tadından yenmez olan recep üzümü, namrunlardan sepete bir sepet üzüm yoldum, üzerine de birkaç budak bağ dalı ki, giderken güneşten sıcaklayıp, yanması diyerek. Heybenin diğer gözüne bir yük koyup koymadığımı hatırlamıyorum, muhtemelen koyacak bir şey yoktuysa TAŞ koymuşumdur. Yükledim eşeğe, üzerine de bindim, sür gerisin geriye, Karakız Mezarı yaylasına, çadıra davarın yanına. Çadırdan çıkarken bir şeyler yemediğimden ve belki de dedemgilde de denk gelip yemek olmadığından ve saatin öğle yemeği saatini geçme zamanlarında olduğundan, eşeğin üzerinde giderken arada sepetteki üzümden yiye yiye gidiyor ve üzümün sapını da BOZ KADI’nın yemesi için veriyorum. Üstü de bir sıcak ki, sormayın gitsin. Kafada şapka vs olmasa, orada bayılıp düşürecek sıcaktan. Ama iyice acıktığımdan olsa gerek o üzümün tadı lezzetini de şimdiye dek başka bir şeyde gördüm desem, sayılıdır. BİZ gittik yol gitti, yol gitti vakit geçti, yedikçe yedim BİR SEPET NAMRUN üzümünden ve ben diyeyim 3-5 salkım siz diyin 1-2 kilo üzüm yemişimdir. Bizde geri vardık çadıra, süt çekim işleri, yalaşığı, bulaşığı bitmiş, öğle yemeği için sofrayı sermişler serecekler. Eli yüzü yıkayıp, azcık dinlen dinlenme, oturup sofraya ve olandan, olmayandan üzümün üzerine bir güzelde yemek yedik. Of ki of, değmen bu KARA ÇOCUK’un keyfine…

 

KARA ÇADIRIN KARA ÇOCUĞU

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder