Yunak

YUNAK

Su yeterince yok, olan da kuyularda (sarnıç) biriktirilmiş, çok çok kullanınca ve yağmur yağmazsa bitecek içme ve kullanma suyu. Akan bir su olmayınca olan suyu idareli kullanmak, ihtiyaç ölçüsünde harcamak icap eder. Ki eski insanları düşününce bu kıtlık zamanlarını yaşamışlar. Ki bunlar çuvalda, kilerde veya depoda iki kiloya yakın şeker varken, namaza yada çarşıya gidene, şeker bitiyor bir iki kilo çay şekeri al diyen insanlar.... Öyle böyle, pandemi, korona, ekonomik sıkıntılar derken bizde böyle olmaya doğru gideriz, zaten günlerimizde var bir ihtiyatlı, stokçu tutum. Bir seneki yeni çıkmış salçaya, önceki seneki bitmeden başlamayan insanların çocuklarıyız nede olsa...



Su kuyularında da su böyledir, hem idareli kullanacaksın, hemde uzun sürecek yazı düşünüp, kendin kadar geçim kaynağın olan keçi, koyun, inek, at, eşek, köpek vs nice hayvanları düşünecek ve işin içine fazla fazla girecek maliyetleri (zaten yok denecek kadar bir gelir varken, mecburen) de hesaba koyunca kısacaksın da kısacaksın, kısabildiğin kadar. Birde kıştan kuyunun #gelek’ini temizlememiş, kapalı yerleri açmamış veya yaptıysan da ALLAH vermemiş, az kar yağmış, su yağmuru az olmuş ise vay haline #yörük kardaşım, KARA ÇOCUK'un haline. Böylesi kıt kanaat suyun içinde, yoklukla mücadele ederken, traktör römorkunda taşıma suyla ne kadar idare edilir, hadi edilecek diyelim, traktör veya kamyon yolu olan, başına araba yanaşabilen bir kuyusu yoksa napsın, hadi diyelim öyle bir kuyu da var, ya o maliyeti karşılayacak maddi imkanlar?

İşte böylesi bir geçim sıkıntısı, yokluk içinde büyür, yaşar kara çocuklar. Yaşar, yaşamak zorundadır, başka seçeneği de yoktur, yol bilmez, iz bilmez. Gözlerini orda açmış, öylesi bir hayattır ALLAH’ın ona sunduğu. Ya deveyi güdecek, ya diyardan gidecektir, gitse nereye gitsin, yerimi var başka... Orda doğdu, onu bilir, elinden geleni odur. Gitse nolur ki, son zamanlarda düşüncem şudur, şehre gidip yada başkaca yerde işte vs uğraşıp, üç kuruşa elin ağız kokusunu çekmektense, köyünde, davarında, varsa anadan babadan kalanla devam etse, karnı belki daha az doyar ama daha huzurlu, mutlu olmaz mı?

Yine konuyu dağıtmadan devam edelim, şu azdır kıttır, öyle bir dere kenarı, akan bir su kenarı, bir çeşme başı bulanlar ne ala ama bulamayanlar da hat safhadadır. Ve işte vay onların haline. Su bitti bitecek diye, özellikle yağmursuz tada az yağmurlu yaz günlerinde iş zordur, hem de nasıl zor. Zaten alışmıştır yörükler ta 2-3 km mesafeden su taşımaya. Ama ya o kuyudaki suda biter diye tasarrufta tasarruf. Öyle olunca insan içme suyuna hasretken kullanma suyu olarak bulaşık yıkama, çamaşır yıkama, çul çabıt vs temizliği öyle sık sık, bol bol olmaz, olamaz. Hafta da yada 15 güne bir çamaşır yıkama günü olur. O gün sabah daha gün doğmadan başlar YUNAK uğraşı. Yatak yorgan, kılık kıyafet, üst baş, sofra vs herşey toparlanır, temizleri ile değiştirilerek, kirliler bohçalanır. Kazan da dahil deterjan, sabun leğen vs ihtiyaç olan herşey toparlanır, sırtllanır hanımlar, anneler varsa kızlar  hep birlikte daha gün doğmadan tutulur kuyunun başı, YUNAKLIK'ın yolu. Varılır, önceden de kullanılmış ocak temizlenir, kazanın dışı külle küllenir ki, sonra kazanın dışını yıkamak, temizlemek  kolay olsun. KARA KAZAN konur ocağa, içi suyla doldurulur, altına ateşi yakılır. Diğer taraftan bir teneke veya termosa yarıya kadar doldurulmuş mümkünse, bozağaç, meşe ağacı odunundan elde edilmiş kül konur ve üzeri su ile doldurulur ki özellikle beyaz renkli lekesi daha çok çıkması gereken atlet vari kıyafetleri daha iyi yıkamak ve beyazlatmak için kullanılmak üzere..

 Su ısındıkça kullanılmak üzere, çamaşır, kirliler hazırlanır, leğenin içinde ıslatılır yavaş yavaş. Kazandaki su ısınmış, kaynamaya yakın leğene doldurulur ve içine konan kirliler sırasıyla, sabunlaya sabunlaya, çitileye yıkanır. Önce beyaz ve açık renklilerden başlanır aynı suyla kir, pis, toz, çamur vs durumuna göre aynı su ile ve sıradan her biri birer tur, tamamlandıktan sonra iki veya üç tür yıkanır. Hemde tokuçlar ile döve döve, gerekirse leğene konmuş deterjanlı suyun içindeki özellikle çul çabıt, sofra ve malzemeler ayakla çiğneye çiğneye yıkanır, çamaşırın son zamlarına doğru kazandaki son sularla yunak yuyanlar, yıkayanlar başta, denk geldikçe çocuklar ve davar yada oğlak çobanları da kuyunun başına, hayvanları sulamaya veya başka sebeple geldikçe, banyosunu yine Yunaklığın uygun bir yerinde, kuytu da ayarlanmış kapalı bir yerde banyosunu yapar. Her şey ve herkes baştan aşağı yıkanmış, tertemiz olur. Sabahın gün doğumu zamanlarında başlayan yunak işi, malzemenin çokluğuna, yıkayıcı kişilerin fazlalığına göre öğleye doğru veya daha öncesinde bitmiş olur. Diğer taraftan havanın sıcaklığına göre, eve çadıra Yunaklığın yakınlığına göre çalı üstlerine, taş sırtlarına serilmiş çamaşırlar kuruması veya hafif tepsermesi sonrasında çadıra gidilirken, sabah gelirken olduğu gibi, çuvala, bohçalara veya kazanın içine çuval geri doldurulurak götürülür. Eve çadıra vardıktan sonra yıkanmış, temiz, mis gibi çamaşırlar kurumaya bırakılır yada kurumuşsa düzgünce katlanarak, çuvalına, kızılalasına ger yerleştirilir.

Hani bu günlerde çamaşır makinesine çamaşır, kirlileri koyup, yıkanıp kuruduktan sonra gardıroba asmak yada kuruması için çamaşırlığa asıp, kurumasını sağlamak ve kuruduktan sonra toplayıp güzelce düzgünce yerleştirmek zo geliyor ya... Onlara gelsin, şu yazım özellikle... Ne zorluklar, ne yokluklar var şu hayatta, bir düşünelim ve halimize bir iki, üç kat daha şükredelim. Öyle değil mi sizce de?

KARA ÇADIRIN KARA ÇOCUĞU

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder