Kara Evlat BEN - 1

KARA EVLAT OLARAK BEN

   Kara çocuklardan bahsediyorum, yörük, konar göçer, kara çadırın çocuklarından bahsediyorum, elden geldiğince bahsetmeye çalışıyorum. Anlatıyorum yaşadıklarımızı, duyduklarımızı, olmuşları, yaşananları bildiğimce, dilim döndüğünce, hep söylediğim gibi başta söylüyorum, sürç-ü lisan edersek, bilerek yapmayız ama bilmeyerek birilerini kırıyorsak, kırarsak affola. Amaç birilerini kötüleme, yerme, dışlama değil, tam tersine anlatma, övme, bilenlere anımsatma, bilipte unutanlara hatırlatma, bilmeyene bildirmek, böyle hayatlar da varmış dedirtmek, yaşamayana içindeymiş hissi uyandırmak tabi elden geldiğince ve dil döndüğünce...

  Müsaadenizle bu kez kendimi BENi anlatayım, anlatabildiğim kadarıyla, kelimelerin gücünü kullanarak anlatmayayım öveyim biraz. Hani herkes kendisiyle gurur duyar, kendini yüceltir ve en iyi olanın kendi yaptığı zanneder ya, bizimki de o hesap belki. Ama bir bakın vaktiniz varsa okuyun, kararı en sonunda siz verin, gerçeği siz söyleyin... 15.02.2020

  Kara çadırın kara çocuklarından bahsedegeldim hep ve belirtmeye çalıştım bende onlardan biriyim diye, gerçekten öyleyim, sahibi çıkmazsa. Ben söyleyeyim siz dinleyin. Anam ve babam aynı sülaleden, hatta öz olmasa üvey veya iki kuşak öteden amca çocukları. Görücü usulü evlenirler, sene 1960lar muhtemelen, görücü usul ama yine de, babam TAT MOĞMED (adı Mehmet ama Muhammed verilmek istenmiş ve aynı ailede iki kardeşe de Mehmet ismi koyulduğundan, başka isim yokmuşçasına, babama küçüklüğünden beri hep Muhammed veya yöresel dille Moğmed denilmiş, birazda kekemelik olunca TAT lakabı da yapıştırılmış), annemi isteme öncesi bir görmüş, (gördüğünü zannetmiş, aslında gördüğü üvey teyzemmiş) tamam bu kız olur demiş, gelmiş çocukluğundan beri aba dediği, Müslüme ebeme (anne anne veya babaanneye biz yerel dilde ebe deriz, eski zamanlarda köy, kırsal, çadır ortamında hastaneye gitmek yada doktor, hemşire, ebe bulmak gitmek, getirmek mümkün olmadığından, kadınlar birbirinin doğum yapmasına yardımcı olurmuş ve genelde daha tecrübeli olan, büyükler, konu komşu yardım eder, kadının doğum yapmasına destek olur, doğurturmuş ve aile içi en yakınında anneanne, babaanne muhtemel büyük olduğundan, oradan gelen doğum yaptıran kadına ebe denilmiş ve zamanla hepsi EBE olmuş) gelmiş ve tamam bu kız olur, bana onu alın demiş. Sonrasında isteme, kına, düğün olmuş. Anam EŞE, bir deve yükü çeyiz ve 10 civarında keçiyle (Hacıbey dedem annemin babası, biraz aksi adam olmasından münasip gelmiş bu keçileri geri çok almak istemiş, uzun yıllar direnmiş ebeveynlerim ama bakmışlar kurtuluş yok, en sonunda zora sokmasın ilişki, evliliğim diye anam, rahmetli babama söylemeden 10 civarında keçiyi seçip, önüne katıp götürmüş ve dedemin evde olmadığı bir vakit öz ebeme teslim etmiş, bu münasebetle midir yada çadırlarda uzak yerlerde konar göçer olmamızdan mıdır bilmediğim sebepten uzun yıllar fazla tanımadım dayılarımı, teyzelerimi, özellikle üvey olanları, hatta rahmetli Hacıbey dedemi üç beş defa ancak görmüşümdür, üvey dayılarımı filanda liseli yaşlardan sonra tanımak, tanışmak nasip oldu ve hala aramız tam bir akraba bağıyla güçlü kuvvetli değildir ve hep bir özenti yok değil içimde sıkı sıkı akraba bağına) gelin gelmiş. Düşünün çeyizi, ama havalı bir geliş, at üstünde salına salına, günümüz şartlarına göre çok hoş bir gelin gelişiyle. Şuan ki köydeki evimize değil tabi, Manız dediğimiz yerdeki eski eve gelin gelmiş, zaten şimdiki ev tarafına yenisini yapma ve göçüş ölen çocukları saymazsak 2nci çocuk olan ablamın çocukluğunda olmuş. Ve dedemgillerin damı (eve damda denir bizim oralarda ve dedemlerinki 2+1 yapılmış) ile birlikte bizimki de 1+1 olacak şekilde yapılması sırasında emek ve işçilik halamın kocası ile amcamlara ve masrafların çoğunun babamlara ait olduğunu anlatırlardı.

  Gelin gelmişler, ev yok, köy yok, 10-15 kadar keçi peşinde başlamış hayatları anamla rahmetli babamın, aile olarak. Çadırlarda hayat sür, bir Sığlim’e, bir Manız'a sonra bir Pusat'a bir Manız'a bir Karakız Mezarı yaylasına göç dur, ekin yada nadas salanı olması durumuna göre. İlk başlarda davar hep az, oğlaklar dahil 25-30 civarı keçi, bir eşek, bir köpek, bir kedi ve çadır dahil bir yada iki deve yada at yükü eşya. Mal mülk ger geçim bundan ibaret... Cennet ablam olur yaşına yetmez ölür, aradan bir yıl geçer geçmez abim dünyaya gelir. İlk çocuk sayılır en büyük rahmetli abamı saymazsak, el bebek gül bebek, olur biraz, o yüzden midir nedir bilinmez ama evin hep el üstünde tutulan, şımarık çocuğu oldu, abim. Sonrasında dört yıl geçer geçmez ablam olur, evin tek kızı olarak oda ayrı bir özellikli çocuğu. Bir taraftan hayat devam eder, yaylaya sahile (sahil bize göre şimdi köydeki mahallenin olduğu, Dedebeleni'nin karşısındaki tepede yer alan Manız’dır ve çevrede bağ bahçe, zarar ziyan çok olması nedeniyle, geç gelinen ve mecburen zamanı bitmeden erken göçülmesi gereken, kısa dönemlik, mevsimsel sevdadır, çabuk biter). Devamında bir erkek, birde kız (H.İbrahim ve Havva) iki büyüğüm daha dünyaya gelmiş ama uzun yaşamazlar artık hastalık mıydı, sebep neydiyse. Hep kalabalık bir aile olmak isterdim, 5-6 tane abla, abi ve bir kaç tane küçük kardeş, hele benden 5-6 yaş küçük kardeşim olsun çok ama çok isterdim hayatımda, yol gösterebileceğim, örnek olabileceğim kardeşlerim. İstekler başka, gerçekler bir başka olabiliyor bu hayatta, kul kuruyor, kader ALLAH gerçekleştiriyor.

  Velhasıl bir abi bir abla nasipmiş bu hayatta bize düşen şimdilik. 1982 ilk baharında, çadırda (kara çadırın kara çocuğu buradan geliyor aslında), süt döküm zamanı diye tarif ediyor anam, o günleri, muhtemelen 20 Mart’tan 15 Haziran’a kadar bir aralıkta doğmuş, dünyaya gelmişim. Kim vardı kim yoktu bilemem ama Sığlim sezonunda, süt döküm zamanında, öğle saatlerinde, komşunun karısı haber verilip gelene kadar, rahmetli babamın ellerine doğmuşum, çulun üstünde, ebem, toprak ebem babam olmuş velhasıl. Abimden 10 yaş ablamdan 6 yaş küçük, evin en küçük erkek çocuğu olarak, nasiplenmişiz. Zor zamanlar bizimkiler için, zor bakılan iki çocuk, her geçim zorluğu, darbeler şunlar bunlar ülkesel ve ekonomik vb olarak da zor zamanlar, hem de çok zor. İlk zamanları pek hatırlamam, hatta ilkokulda öyle, hayal meyal 8-10 hatıra ya var ya yok o günlerden kalan aklımda. Öncelikle onları anlatacağım daha çok ve anlatabildiğim kadarıyla. Dediğim gibi süt döküm zamanı diye anlatır anam doğduğum günleri, gününde öğle saatleriymiş gözlerimi ilk açışım. Kara çadırda çulun üstünde, toprak ebem babam olmuş. İlk yıllar yine zorluk, sıkıntı içinde yaşama devam, 25-30 kadar keçiyle geçim nasıl geçinilir, bir düşünün isteseniz. Bir eş, iki büyük birde yeni doğmuş çocuk, masrafları düşünün ve gelir ne kadardır onu da bir düşünüp karşılaştırın. Hatta bazı örneklerle, sayısal değerlerle ekonomik durumu, günümüz şartlarıyla üç aşağı beş yukarı karşılaştırma yaparak açıklamaya çalışayım müsaadenizle. Şöyle ki;

Bir keçi Şubat ayında yavrular, doğurur ve kuzlar, Şubat 15’inden Ekim sonuna kadar süt verebilir, bakımı biraz daha iyi olursa azda olsa Kasım’da süt alınabilir ama verimli ve çok lezzetli olmaz. Yani yaklaşık 8 ay kadar sağılabilir, günlük tek sağımla iyi bir bakımlı bir keçiden elde edilecek süt miktarı, 300-350 gr.dır. hadi biraz daha zorlayalım ve 400 gr. diyelim dolayısıyla 25 keçiden günlük 25x400=10000 gr. süt, dolaysıyla 10 kilo süt. Kilosu keçi sütü olduğundan 2,5₺ desek günlük süt olarak kazanç 25₺. 3 ay kadar süt sattık diyelim, 3x30x25=2.250₺ süt satımından elde edilen üç aylık gelir. Devamındaki 2 ayda peynir yaptık diyelim, süt yağlanmadan, gün dönümü sonrası yağlanmış süt ile peynir değil, yoğurt, yayık, ayran çökelek ve tereyağı yapılır. Bu iki aylık dönemde, 8 kg sütten 1 kg peynir çıkar desek ve taze peynirin kilosu 35₺ desek, eskiden o kadar yapmazdı ve hala üreticide 25₺ verirler ancak, günlük 35₺ peynirden ayda 1050x2=2.100 TL kazanç. Kalan 5 ayda da süt yağlı olduğundan yoğurt ve sonrasında tereyağı ile çökelek yapılır. Günlük 20 kilo yoğurt çıksa, 3 yada 4 günde bir birikmiş yoğurtla yayık yayılır, 70-80 kilo yoğurttan yaklaşık 1-1,5 kg tereyağı ile 3-4 kg çökelek çıkar, tereyağı 35₺, çökelek (lor peyniri) de kilosu 10₺’dan 40₺ yapsa ve bunu haftada iki defa yaysak, haftalık 150₺’den aylık 600₺ yapar. 5x600=3.000₺’de tereyağı ve çökelekten elde ederiz ve yıllık süt ve süt ürünlerinden toplam 7.350 hadi biraz fazlası diyelim 7.500₺ gelir elde edilir, buda günümüz fiyatlarından, o günün şartlarında o kadarda çok yüksek değilmiştir fiyatlar, hayat pahalıymıştır ama üretilen ne kadar para ederi tartışılır. Diğer taraftan 25-30 keçiden 15-20 civarında erkek oğlak oldu diyelim, dişi olanlar seneye yaşlanan, ölen keçilerin yerine yada sürüye yeni üye olarak katılması anlamında satılmaz damızlık olarak tutulur. 8-10 aylık iyisinden bir erkek oğlak fiyatı 350₺ desek (kurbanda fiyatın yüksek olmasına aldanmayın günümüzde, onlar son 3-4 ay besleme usulüyle ve o yıl doğanlar kurbana yaş olarak yetişmediği için mecburen ikinci yılda bakım gerektiğinden fiyat biraz daha yüksek) 350x15=5.250₺ olur gelir, oğlak vb satımından elde edilen. Hadi diyelim gübresi (hayvan dışkısı o yıl veya bir sonraki yıl yanmış olarak satılır), kılı vb birkaç kazancı 500₺ desek yıllık TOPLAM KAZANÇ 7.500+5.250+500=13.250₺ olur. Şuana kadar fark ettiyseniz hiç masraflardan, 2 yada 3 kişinin yevmiyesi vb giderden bahsetmedim, çünkü çiftçinin yevmiyesi yiyip içtiğidir.

DEVAMI GELİYOR yoldadır...

KARA ÇADIRIN KARA EVLADI

4 yorum:

  1. Hayvancılık veya tarım ile geçim için uğraşmak gerçekten yel değirmeni ile savaşmaya benzer. Ne yazık ki geçimi dar insanlarımız için devletin özellikle 1950 yıllarından sonra hep tek eli olmuştur. O da alan el. ...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mithat Bey öncelikle mesajınızı geç gördüğüm için kusura bakmayın. Evet maalesef öyle, geçim derdine düşmüş insanlar, tarım ve hayvanlcılık ile uğraşanlar. Ekonomik darboğazlar zor olan bu uğraşları daha da zorlaştırıyor ve kaybolmaya sevk ediyor. Ama tarım ve hayvancılık olmadan başkaca gelişmeler maalesef ki fayda getirmez. Selamlar, saygılar dilerim...

      Sil