KARA ÇADIRIN KARA EVLATLARI

KARA EVLATLAR

    Kara çadır, siyah keçi kılından dokunmuş, ortalama 1-1,5 m en ve 10-12 m uzunluktaki kumaş dilimlerinden 8-10 tanesinin birleştirilmesi ve uçlarına ipler bağlanıp ortasına da kolan dediğimiz 15-20 cm enindeki daha kalınca kumaşın dikilmesiyle elde edilmiş büyükçe halıvari kumaş çeşididir. Kara çadır, Yörükler tarafından özellikle yaz aylarında yaylalara göçtükleri zamanlarda evleri niyetiyle kullanılan bir örtüdür ki, ortalama 35-40 m2'lik bir iç kullanıma sahip tek odalı büyükçe bir ev imkanı sunar, kurulduğunda. Derlenip toparlandığında taşıması oldukça kolay ve ilk uğraşta zor gibi dursada kurulumu da basit ve kullanışlı olur, evi, yiyeceği, yükü kısacası hayatı sırtında olan yörüklere...
    Kurulumu ilk etapta zor gibi dursa da kolay ve pratiktir ama bilene... Düzgünce katlanmış kara çadır açılır önce çadır kurulacak alanın (yurt) bir tarafına. Tabi yurt her zaman kullanılan bir yerdeyse, yok ilk defa konulacak bir yurtsa biraz daha artar meşakkati. Çünkü daha çatallar, orta direği, kenar ağaçları, ve yurdun dışına çalıduvar yapılacaktır. Bunlar da zorluğu artırır ama sonunda birşey ortaya çıkarmak, üretmek hele kurupta daha  hava kararır kararmaz yorgunluktan yatagalıp deliksizce  uyudunmu değme keyfine. Kurulum dedik, en az 4 çatal, bir ortaya (daha kalınca) iki kenara olmak üzere 3 direk ağaç malzeme gerekir. Çatalların geleceği yerlere 35-40 cm'lik çukurlar açılır, İki öne iki arkaya olacak şekilde çatallar çatılır, ortasına uzun ve kalın direk (sundurum) yere paralel konur. Çatal dipleri sağlamlaştırılır, taş, harç vb malzemeyle. Çadırın sağ ve sol kenarına yüksekliği istenen yükseklikte (1-1,5 m) küçük çatal ağaçların üzerine ortadakinden daha ince ve aynı uzunlukta direkler (kenar-tenef ağaçları) yine yere paralel olacak şekilde yerleştirilir. Sağ yada sol tarafa açılmış çadırın ön-arka ve/veya ortasına bağlanmış uzunca ipler orta direk (sundurum) üzerinden geçirilerek karşı tenef direğine doğru dengeli şekilde çekilir ve çekildikçe çadırın sundurum üzerinden aşıp karşı tenef ağacına ulaşması sağlanır. Sonrasında imkana göre yere çakılmış demir çengel veya taşla sağlamlaştırılmış çatal çalılara, tenef ağaçların da üzerinden geçirilmiş çadırın uçlarında bulunan ortalama 8-10’ar adet kısa ipler çadırın gergin olması sağlanarak sıkıca bağlanır. Sıkılık ayarlı olmalıdır, ortadaki kolan tam orta direğin üzerine denk getirilmeli ve evde yokken yağan yağmurda gerilen çadırın kenar iplerinin kopmasına müsaade etmeyecek gerginlikte ayarlanmalıdır. Çünkü ıslanan çadır ağırlaşır ve büzüşmeden dolayı daha da gergin hale gelir ve dayanamayan kenar iplerinden birinin kopmasına yol açabilir ki buda evin içine yağmur ve yağmur suyunun girmesine içerdeki un, çamaşır, yatak gibi kenarda dizili şeylerin ıslanmasına neden olur.
    Kurulum böyledir kısaca, bu iş ortalama 2 saate biter eğer yurt önceden kullanılan bir yerse süre daha da kısaltılabilir, el çabukluğu ve yardımcı sayısının fazlalığı da hızlandıran etmenlerdendir. Çadır kurulumundan sonra kenara yoksa çalıdan çalduvar denilen çit, ön ve arkaya hayvan vb girişlerini engelleyici kısalı uzunluk ağaç parçalarının çatallara yere dik olarak dayanmasıyla kapatılabilir. Ve işlem tamamdır dış cephe için, sıra gelir iç düzenlemeye. İç düzenlemeye geçmeden önce dışardan bakıldığında üçgen şeklinde bir yapı ortaya çıkmıştır, çadırda temiz hava vardır, 99 pencere hiçbir otelde bulamayacağınız daha neler neler... İç düzenleme de çok önemlidir kara çadırda, çünkü orası mutfak, oturma-yatak ve misafir odası, depo, erzak koyma yeri, kiler, hol, salon kısacası bir daire için gerekli herşey çadırda tek bir oda içindedir ve alanı iyi değerlendirmek gerekir.
     Çadır kurulumu sonrasında sıra içerdeki düzenlemelerin yapılmasına gelir. Dediğimiz gibi içerideki uğraşta çok önemlidir, 3+1 bir evde olması gereken herşey 35-40 m2’lik alana sığacaktır, sığmalıdır. Girişte solda hayvanların yem çuvalları ile un, buğday, kuru bakliyat, çay-şeker vb yiyeceklerin depolandığı sandık ve çuvallar, girişin tam karşısında solda üst üste yığılmış yatak, hemen yanında çamaşır, örtü vb eşyaların çuvalları dizilir. Devamında girişin sağ tarafı ve kara çadırın sol tarafında yiyecekler, çökelek derileri vb yiyecek-içecekler depolanır, devamında çadırın biraz daha sol ön tarafına doğru kap-kacak yer alır. Ve çadırın ön tarafı, girişin sağ tarafında sol köşede içme ve kullanma suyu vb. içeceklerin depolandığı alan yanında mutfak niyetine kullanılan bulaşık yıkama yeri, daha girişe yakın yere şömine veya üç taş ve sacayak, bazlama yapmaya yarayan sacın sığacağı, kenarında yemek pişirecek kadar alanı olan ocaklık bulunur. Ve ocak ile giriş arasında odunların konabileceği bir boşluk bırakılır. Tüm bu sayılanlar kara çadırın dört tarafına dizilmiş vaziyettedir, orta ise çulların serileceği, gerektiğinde yatağın serilerek yatak odası olacak, yemek saatleri sofranın serilip yemek yenecek yemek odası veya misafir geldiğinde oturulup hoş sohbetlerin, gece ocaktaki loş ışıkta gece yarılarına kadar uzayan akşam sohbetlerine sahne olacak oturma odası niyetine kullanılacak alan bırakılır. Böylesi bir düzenlemeyle iç tasarım da tamamdır, en alâ mimara taş çıkartacak bir serilikte ve mükemmellikte...
   Kaba işçilik, dış ve iç dekorasyon biter böylelikle kara çadırda... Biraz konunun dışına çıktığımız doğrudur, ama önce bilmeyene sevgiliyi tanıtmak istedik çünkü iyi bir ilişkinin başlamasına vesile olmaktır gaye. Çünkü bu tanışma eğlenecek değil evlenilecek ilişki başlangıcı ve mantıklı bir evliliğe yelken açmak, sonu sabaha değil mezarda bitecek bir evlilik...
   Gelelim asıl meseleye kara çadırın kara çocukları,  kara kara çocuklara. Genelde karadır, ten rengi beyaz, buğday olsa da rüzgarın, soğuğun yakıp kavurduğu, erkekleri Pele misali, kızları ise Latin Amerikalı denebilecek çocuklara. Ten rengi dönmüş esmere alsan kapalı mekana bir süre sonra gerçek renge ulaşacak çocuklar. Ama ruhu, kişiliği, saflığı, sağlamlığı değişmeyen...
    Kara çadırın kara çocukları, yüreği temiz, sağlam karakterli, daha küçücük yaşta başlayan yaşamın verdiği sorumluluk sahibi, elinden geleni tüm enerjisini kullanarak yapan, vatansever-milliyetçi, dinine düşkün bireylerdir. Daha ayakkabısının (ki çoğunun bağcıklı ayakkabısı olmayıp lastik pabucu zor bulur) bağını bağlayamayacak yaşta başlar hayata. Başlar, çünkü emek yoğun işlerdir yörüklük, çiftçilik. Elemana ihtiyaç vardır bütün işlerde, bu küçücük çocuğunda olsa. Bazen otlayan oğlağın içinde dolaşmak, sağım anında kuzluk ağzını bekleyip, üst üstüne yığılan sürünün altında ezilme riskiyle içiçe oğlak salmak, evde daha küçük olan diğer bir kardeşe göz-kulak olmaktır...
   Hayat erken başlar, hem de o kadar erken olurki, şehirdeki çocuklar (günümüzde hemen hepsi aynı) daha fırından ekmek almaya gidemez denilen yaştır hayatın başlangıcı. Ortalama 4 yaşa tekabül eder buda ki, daha varsa spor ayakkabısının bağını kendi başına bağlayamama yaşıdır. Küçüklüğü tahayyül edersiniz, çocuğunuz varsa veya çocukluğunuzu hatırlıyorsanız. Ve öyle hafife alınacak iş değildir yapmak zorunda oldukları, en inatçısından 5 deve veya inek düşünün her biri bir tarafa gidip günümüz çocuklarını bırakın, biz yetişkinlerin görünce yanına yaklaşmaktan imtina edeceğimiz devrelerden, akşama kadar otlatman gerekir dağ bayır dolaştırıp, kuyudan suyunu, taşlardan tuzunu eksik etmeden ve en zoru da akşamında eve döndürüp getireceğin. Veya en az 25-30 tane, gel-git ayh-kişten anlamayan keçi yavrusunu (oğlak-körpe) 2-3 saat dolaştırıp, suyunu tuzunu eksik etmeden gütmek, en küçük bir keçi sesi duyduğunda herbiri bir dağa dağılıp, sesin geldiği-gelmediği taraflara kaçışıp bir araya getirilmesi imkansız olan sürüyü otların gelme işi...  Bu işler bilinenin en kolaylarından, dahası varki saysam insan çocukluğundan vazgeçer, insan haklarına sığmaz diyerek sosyetiklere dava sebebi olur.
    Bu kadar zorluğa karşı erken yaşta insan sorumluluk sahibi olur, o kadar çok işler yüklenmiştir ki vücut büyümeye, gelişmeye fırsat bulamaz ve kısa-kara kavurukluğun kısalığı bundan gelir, elde olmadan. Ama dediğim gibi yüklenilen sorumluluk duygusu, daha yaşdaşların ergenlik yaşayıp, hayalci takılırken kara çadırın kara çocukları o yaşta evlense ev geçindirecek seviyededirler. Doğallık, temiz hava ve katkısız besinler vb.lere karşılık verilen tavizlerden sadece biridir, çocukluğu gençliği diğerleri gibi yaşayamamak... Hep böyle olumsuz olarak düşünmeyin, karşılığında bir dünya iyilik, güzellik. Oralarda soluduğun havayı hiçbir yerde ve hiçbir zaman bulamazsın bu temizlikte, yediğin saf, temiz doğal yiyecekleri şehirde yetişen birisi ömrü boyunca yiyemeyecek aynı doğallıkta. Mesela yayık yayılırken daha tam anlamıyla yağı ayrılıp alınmamış yannıktan kepçeyle içilen bol köpüklü ayranı en lüks en kaliteli restoranların hiçbirinde içemezsiniz...
  Ama böylesi güzelliklerin elbette bir karşılığı var hem de fazlasıyla, temmuzda başlayıp 40-45 gün veya daha fazla süren orakla ekin derip buğday, arpa, nohut vb hasat etmek. Maddi anlamda asla karşılığı alınamayan işlerden biridir. Başlarsın sabahın erkeninde ve 10 gibi bir mola 12:00-13:00 gibi öğle yemeği ve ikindi de 4-5:00 gibi ikindi molası ve akşam 7-8’lere kadar devam eden 90 derece eğilmiş vaziyette ekin derip yorgunluktan bitmiş vaziyette akşam yemeğini yer yemez vurup kafayı hemen uykuya dalıp deliksiz bir uyku harici hiçbir şeyin dinlendiremediği yorgunluk... Ama çadırda uyuduğunda bu kadar yorgunluğu 2-3 saatlik uykuyla dipdiri çıkabilirsin...
   Velhasıl dostlar, kara çadırın kara çocukları bir başkadır. Modern olarak dezavantajlı gruplar içinde yer alır. Öyle diğerleri gibi yaşayamaz herşeyi, mesela işi sadece ders çalışmak değildir. Ders çalışmaya  sadece yolda okula gidip gelirken vakit bulabilir, tabi bir taraftan oyununu da ihmal etmez. Öyle yaz tatilinde ders tekrarlarına, yaz okulu mantığında hobilere de fırsatı yoktur, nasıl olsun o kadar işin arasında, işlerin en zor olduğu zamandır Yörüklerde yazları... Keçi oğlak güdülecek, süt sağılıp satılacak veya çekilip yoğurt veya yayık işleri hallolacak, varsa ekin-harman işleri, bostan-bahçe işleri yapılacaklardan sadece birkaçı ve bu işlere hep eleman lazımken oyunmuş, gezmeymiş HAK getire... Daha karpuz kesecektik dercesine, hayvanların gübreleri toplanacak, taşınıp Anamur yükü yüklenip satılacak. Süt satmaya giden olacaksa, yaylanın araba çıkmaz yerleri olduğundan çoğunlukla eşekle olur bu satım işi, dönüşte evin ihtiyaçları alınacaktır ve bunlar tamda Ağustosun sıcağında, öğle saatlerinde olacaktır.
   Devamı başka yazı ve zamanlara, sabırla bekleyenlere...
   Nereden mi biliyorum? Bizzat yaşadım, boşuna KARA ÇADIRIN KARA EVLADI demiyorum...

YÖRÜK ÇOCUĞU OLMAK... (sonrası alıntıdır...)
  Osman Şahin şöyle anlatır yörük çocuğu olmayı: Yörük çocuğu olmak, dağların, çayırların, ovaların, kuşların, ağaçların, keçilerin ve kuzuların arasında büyümek, hayata buradan merhaba demektir. Çocuk bezi, pudra veya yanık merhemi nedir bilmeden, eğer eski elbiselerden yapılan bezler poposunu yakmışsa toprağın en güzel yerinden alınıp sacda ateş üzerinde kavrulup, hafifçe ufalanarak bez yerine kullanmaktır. Göç zamanı geldiğinde, eşeğin üzerine atılan heybenin diğer gözünde yolda kuzulayan veya yürüyemeyen körpelere terazi görevi yapmaktır, saatlerce o heybede göçün konaklama zamanını beklemektir. Bir yörük çocuğu için oyuncak demek ise, önce hayal edilip sonra hayalin bile ötesine giden yolda günlük hayatın vazgeçilmezi olan ve “avadanlık” adı verilen ardıç, karadil gibi ağaçlardan yapılan tarım aletlerinin maketleridir. Şehirdeki akranları tarafından belki de bir ömür anlatılan rengârenk ve plastik oyuncak atlar, yörük çocuğu için sadece bir tahta at oluşuyla bile çok özel bir şeydir. Onun tahta atı, öyle rengârenk de değildir. İki metre uzunluğundaki kalınca bir değneğe binip mahmuzlamak yeterlidir. Babasının ucundan tuttuğu bir yuların öbür ucunda, gemini gevip ağzını köpürten, sırtındaki eyer ve ayaklarındaki nal ile orada, gözünün önünde; atlayıp sırtına binecek kadar büyümesini beklemektedir. Belki bir kepçesi olan dozer, bir tekerlekli kamyon ya da bir gemi, birer oyuncak olarak onun da ilgisini çeker, hayallerini süsler; ama bir yörük çocuğunun bütün ne bu oyuncaklarla oynayacak vakti ne de onları sürüp çekecek, alıp götürecek dümdüz yolları ya da yüzdürecek durgun suları vardır. Bu yüzden akıp giden bir dere kenarında dans eden bir söğüt dalının dansına karışıp, salınmak veya birbirine değmeye çalışan yarpuzların tepesinden tutup yaprağını koklamaktır. Sonra anasını emmek için koşan körpelerle yarışmaktır veya bozkır canavarını bekleyen bir köpekle yol gözetlemektir. Zaman zaman karamık çalıları arasında, taş kovuklarında tavşan koçanı (yavrusu) aramak, goyakların kenarından akşam aferin almak için acemarpası, tülüçay veya altınbaşak otu toplamaktır. Yörük çocuğu olmak, gece karanlığında ateş böceklerini seyretmek, gökyüzünden bir yıldız seçip benim yıldızım senin yıldızından daha parlak iddiasına tutuşmak, yumuşak bir topraktan solucan veya taşlar arasından bir böcek bulup onunla oynamaktır. Karnın acıktığında iteğinin altına saklanmış olan bir bazlamayı kapıp onu oyun oynarken veya dağ başında gerceme ürtmeğini incitmeden soyup iştahla yemektir veya en tazesinden bir ağaç kabuğunu dişlemektir. Bütün oba çocuklarını tanımak, onlarla kan kardeşi olmak, onlarla gıncırağa binmek, evcilik oynamak, kavga etmek, ama birbirini şehirli çocuklar gibi şikâyet etmemek, belli bir saatte eve gelmek zorunda olmamak, araba çarpacak diye dar alanlara hapsolmamak, dağ bayır ne varsa oyun alanı olarak kullanmaktır. Yanaklarının kuru ve kırmızı olması, hava azıcık soğuk olsa hasta olmamak, koşarken annenin sırtına bez koymaması, kışın tişörtle, yazın kazakla bile gezebilmek ve bir kere bile öksürmemek, ancak olağanüstü durumlarda hasta olmak, o zamanda kekik nane kaynatıp içmek, davar oğlaktan birkaç gün uzak kalmaktır. Kar yağdığı zaman kardan top yapıp bayır aşağı yuvarlamak, eldivensiz kartopu oynamak annesinin hastalanacaksın içeri gir artık diye bağırmaması yırtık ayakkabılarla kar boylamak eğer bir naylon bulursa kaymak, kayarken bağırmak akşam ebesinin anlatacağı hikâyelerle uyumaktır. Toroslarda çocuk olmak bir iki saatlik çamurlu, taşlı uzun yollardan yürüyüp okula gitmesi, okulda herkesin aynı dili konuşması, ders işlerken ders bitimi yolda oynanacak oyunların hayalinin kurulması, okuldaki çocukların çoğunun fakir olması, ayakkabıları yırtıksa birbirini alaya almaması, kızların yakalarının dantel olması, öğretmen ders anlatırken, dışarıdan hayvan seslerinin duyulması, kimsenin bunu yadırgamaması, şehirdeki çocuklar gibi hayvan bitki isimlerinin öğretilmemesi, beslenme saatlerinde yağlı bazlama, peynirli veya çökelekli sıkma yenilmesi, peynirli sıkmalardan öğretmene ikram edilmesi, öğretmenin bıkmadan usanmadan ders işlemesi, kör mıntılarla kalem açmaya çalışmak, zil çaldı mı teneffüslerde beş taş, yedi bir, çizgi, eccov meccov oynamak, dersten sonra yolda bir çelik çomak oyununa dalıp eve geç kalmaktır. Baharla birlikte oğlakların peşinden evdilek, aypınarı, uzun kuyu, göktepe, sızva, teperce gibi Tosların en zirvesine gitmek, ardıç, katran ağaçlarının kokusu doyasıya içine çekmektir. Goyak kenarlarına veya pınar başlarına kurulan kıl çadırların etrafında döne döne oynamaktır. Bazen bir taşın başına birkaç arkadaşıyla tek sıraya geçip en uzağa kim çödürecek yarışı yapmaktır. Doğanın nasıl değiştiğini, mevsimlerin birbirini nasıl kovaladığının farkına varmaktır Toroslarda çocuk olmak.. Kirlenmemiş bir dünyada yaşamak, yarından çok fazla bir şey beklememek, olana şükür etmek, her türlü hayvanın ve ağaçların adını bilmek, bunun yanında hayvan tiplemelerinin hepsini zamanı geldi mi kullanmak, dışın perişan, için ise tertemiz olması demektir Yörük çocuğu... Sonuç olarak; Orta Asya’dan Anadolu’ya bozkır coğrafyasının ve iklimin şekillendirdiği bir yaşam tarzı içinde kendini bulan ve yaşadığı toprakları kutsallaştırıp vatan sayan bir yörük çocuğu, zaman ve zemine meydan okuyarak yüzyılların süzgecinden geçen bir kültürün hem yaratıcısı hem de koruyucusu olmuştur. Konar-göçer bir hayatta devenin sırtında, sürünün peşinde ya da kara çadırın içinde hayallerinin peşinde koşarken hayatın gerçeklerinden kopmayan yörük çocuğu, bir yandan Toroslara hayat verirken diğer yandan da bir kültürün ebedi taşıyıcısı olma rolünü üstlenmiştir... (Yörükler. www.facebook.com/yorukname )

#Ankara’da sanma #oralarda yaprak düşse #içim parçalanır.
KARA ÇADIRIN KARA EVLADI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder