2025'le Birlikte


 YENİ YILA GİRMİŞKEN

Çoktandır yazmam hal ile oturdum yazayım dedim. Ne yazayım ne yazmayayım diye düşünüyorum. İlk etapta aklıma da çok bir şey gelmedi.

Hazır 2024’ün son günleri, üstü kış, hava ayaz mı ayaz. Dahası hep zorda son birkaç yıldır daha bir zor oldu hayat sanki. #zorHayatlar hep bize mi, yoksa biz mi çok dert ederiz her şeyi, bilemiyorum. Sonunda siz deyiverin olur mu?

Öncesinde de kolay değildi ama pandemi patladı zorlaştı iyice. Hatta 2015-2016’dan beri ekonomik vs zora girmişti de hep, topyekûn çok hissetmiyor muyduk bilmem. Sonra 2020’yle bambaşka bir hal aldı hayat, eve kapanmalar, olurlar olmazlar derken, özellikle 2021’in temmuzundan sonra ekonomi mahvoldu. %300’leri hatta daha da evveliyle baz alırsak en az 10’a katlanır oldu fiyatlar ve çökertti resmen herkesi. Sonumuz hayrolsun tabi ama halen de düzeleceğe dair bir emare yok ortada, var da ben göremiyorsam, lütfen siz açıklayıverin.

       2022 temmuz-ağustos bize daha bir zordu, peş peşe iki kayıpla yıkıldık resmen. Kayınbaba hastaydı, derken bir an baktık hiç hesapta yokken kayınvalide gitti Sakarya’ya oğlanın yanına ve daha gelemedi, bir bayram boyunca gitti kadın. Olurdu olmazdı derken, evde hasta olan babamız dayanamadı tabi, o acıyla, üzüntüyle o da veda etti bizlere. Dönüşü olmayan yolculuğa çıktılar, hemen hemen 20 gün arayla.

Tabi biz dik durmaya, yıkılmamaya gayret ettik, hayat devam ediyordu sonuçta. Hele hanımı düşünemiyorum, çok zaman ben bile hakim olamadım iç dünyasına. Ama diyorum ya hayat devam ediyordu, bir evladımız vardı ve en acımasızından umursar, umursamaz çevrede bir sürü insan...

 Yıkıldık mı, yıldık mı hayır, ama böyle böyle hamdım, piştim, yandım oluyor olsa gerek insan.

Tam alışıyoruz derken bir bakıyoruz başka hengameler buluyor insanoğlunu. Ya diyorum hep mi bize diye? Bakıyorum insanlar emekli oluyor, emeklilikte anne babası ile ilgilenecek, onların hastane işleri, bakım vs.sine adayacak kendini, oh ne güzel, kendi kendime sesli düşününce. Eee napalım, bizim kader de böyleymiş zahir, kadere olan sadakatimiz, yazana olan saygımızdandır.

      Velhasıl tam alıştık derken hayata, hayatın zorluklarını aştık aşıyoruz, yaraları sarıyoruz diye düşünüyorduk ki 2024’ün daha birinci, ikinci ayı olmadan hop bir haber geldi; annemiz hasta. Hadi bakalım! Neyimiz var, nasıl olacak, bu olacak, böyle olmayacak derken tetkikler şunlar bunlar hızlıca yapıldı ama tabi ilerlemiş hastalığımız. Neydi ne değildi diyorduk ki, en iyisi Mersin üniversitesi Tıp fakültesi’ne, fakülteye gidelim oldu, gereklilik bunları icap etti ve böylelikle anladık ki durum ciddi.

İnsan konduramıyor yakınına, hele bu can ANAm olunca durum ayrı tabi. Bir iki gittik geldik, bir taraftan da Fakülte’de tedaviye başlandı tabi. Yaralarımız iyileşirken, diğer taraftan asıl tetkikler devam ediyor. Durum ciddi anladığımız kadarıyla, oluyor olmuyor. Önce ameliyat denildi. Allah Allah ne gerek var, ne için ameliyat şu bu derken, bir taraftan halen hastanedeyiz, bir aya yakın süreç oldu yatalı. Bu iş böyle olacağa benzemez, git gel ile nereye kadar sürecek filan derken Mart başı gibi sonuçlarda netleşti artık.

Her ne kadar yaralar gözükürde iyileşme gösterir gibi dursa da asıl sorun görünmeyendeymiş, alınan biyopsi ve yapılan PET çekimi vs sonucu. Zaten bunlar yapılacak denildiğinde üç aşağı beş yukarı tahmin etmiştik, en azından kendi içimizde kötü hastalık diye adledirken, konduramıyordum da bir taraftan, eski topraktır, sapa sağlamdır ANAm, sağ salim çıkacağız buralardan...

Sonuçlar çıktı tabi durum tahmin edildiği üzere ciddi. Kadın hastalıkları ve maalesef dördüncü evre, kemik vs sıçramış yerler var. E nasıl olacak tedavi, ameliyat çare mi? Maalesef hayır, yaş, yayılım, bünye vs dediler ki ameliyatı kaldırmaz.

Eee nasıl edeceğiz o zaman, tedavi nasıl olacak, nasıl ilerleyecek? Tabi bu arada taburcu olduk ama durum gösteriyor ki, ne olacak, nasıl bir tedavi uygulanır netleşse de bizi zorlu bir süreç bekler. Zor hayatlar devam, olsun zor olsun ama yeterki tedavi olsun, nice atlatanlar gibi bizde atlatalım, Allah’ın izniyle.

     Bu arada böylesi süreç içinde git gellerimiz devam ediyor, Mersin-Ankara arasında mekik dokuyoruz. Pandemik süreçler dahil birkaç yıldır gelip gidemediğin acısını çıkarırcasına, iki üç haftada bir Mersin’deyiz. Yeterki iyileşelim yollar, km.ler feda olsun. Ve bir taraftan uzun, zorlu bir yol başlangıcı diyerek tayin istedik memlekete. Silifke’ye dahil olmayacaksa bile Mersin’e, Karayolları 5.Bl.Müd.ne olsun. Çok faydamız olmuyor belki ama hiç değilse, hastane işlerinde, sürekli başında kalamasak da can ANAmızın, hiç değilse tetkik, tedavi aşamalarında destek oluruz, varlığımız güç katar diye düşünerek...

Diğer yandan tedavi üç aşağı beş yukarı netleşiyor, bir iki ışın tedavisi oldu ama asıl uygulama, kemoterapi, ilaçlı tedavi. Nasıl olacak? Randevu alınıp, bir gün öncesi gel, tetkikler yapılır ve uygunsa sonraki yada iki gün sonrasına gel yeniden fakülteye iki üç saat, hatta altı yedi saati bulan ilaç verme sürecine devam.

Ta Silifke’den önceki gün kalk gel, sonra tetkikleri yaptır, ikindi dönüşe yetiş. Sonraki güne yada iki üç gün sonraya tekrar gel, kemoterapi al. Tabi yayılma devam ettiğinden olsa gerek ağrı acı ki ayakta duracak hal, vücut bitkin düşüyor ilaçlar sonraki dönüşe yetiş. Of ne zorluklar. Biz kendimizden geçmişiz bu evrede ama kadıncağız iyice yorgun, bitkin, dahası iştahsızlık vs hat safhada.

     Başladık kemoterapiye tabi, ilk dozu bir aldık, yine de bir tık daha iyiydik bu süreçte, şifa Allah’tandır, dualar vs hep yanındayız. Kalkıp gidiyoruz ta oralara, daha Silifke’den hastamız gelmeden hastanedeyiz, sıra vs alıyoruz. Bunlar hiç sorun değil tabi ama akşam ilaç sonrası nerede kalacağız, o halsiz durumu nasıl aşacağız, dahası faydası oluyor mu, olmuyor mu? Keşke kemoterapiye hiç mi başlamasaydık, şuydu, buydu? Deli sorular kafada.

Gazi M.Kemal Atatürk’ün “beni Türk doktorlarına emanet edin” dediği üzere, emanet ettik kendimizi doktorlarımıza. İlk doz uygulandı, ikinci doz için de 20 gün sonrasına randevu aldık. Tabi süreç yine aynı olacak, bizde de git geller devam ediyor.

Diğer taraftan aklımız, gönlümüz hep memleketten yana. Acaba durum nasıl, hastamız ne aşamada, düne göre bugün daha iyi mi, yoksa aynı veyahut daha mı kötü? Sürekli takipteyiz. Bir taraftan da kendi iş gücün peşinde koşuyoruz, çocuklar okulu, hayat mücadelesi devam ediyor. Ve aynı ilkellikle tayin işini de kovalıyoruz, olur mu olmaz mı? İkinci doz kemoterapiye yetişmeyecek ama bari hiç değilse, sonraki dozlara yetişelim duası ve dileğiyleyiz.

Bir doz kemoterapi ve öncesi ile sonrasında ki süreçler de zor bize. Diyoruz ya ZOR HAYATLAR diye, boşa demiyoruz;

Bir gün önceden hastane ile tetkik randevusu teyitleşecen, aynı şekilde ta Silifke’den Mersin’e gelip gitmeye Bld.nin aracında yet var mı yok mu ilgileneceksin, bir taraftan seçim ağzı herkes yerel seçimler derdine düşmüş, çok da umurlarında değil kimsenin, senin hastanın durumu, hastaneye gelip gidişi. Bld.ye müsait değilse, başka bir araç bulacan, akraba, konu komşudan araba rica edeceksin, şu bu derken bir sürü hengame, dahası asıl mesele hastanın durumu.

     Araç ayarladın diyelim, bitiyor mu? Hayır tabiki, kendi ulaşım, Ankara’dan Mersin’e gidiş gelişi ayarla, sonrasında varınca oradaki süreç nasıl olacak? Kalacak yere ihtiyaç olacak mı olmayacak mı? Vs vs bir sürü soru ve sorun hep birlikte ilerliyor. Ama dediğim gibi mühim olan hastanın durumu, hadi nolur Allah’ım iyileşsin.

Neyse ikinci doz aşaması geldi. Araç tamam, tetkikler için iki gün öncesi gidiş, geliş ve hastanedeki süreçler tamamlandı. Silifke’ye dönüşte tamam. Ve aslolan ikinci doz kemoterapi. Yine belediye sağ olsun, araç ayarladık, bizim gidiş gelişte tamam. Sabah erkenden Mersin’e indik, direk hastaneye geç, hastanın ve bizimkilerin gelişine, geleceği vakte göre sırayı da aldık. Bekleyiş devam...

     Devamı gelecek...

KARA ÇADIRIN KARA EVLADI

Karayolcu Orman Mühendisi

Yollara sevda

 


Yol tükendi, ömür tükendi, ben tükendim.

    Bu yollara sevdamız ne dün başladı, ne de yarına biteceğe benzer.


Bu sırt çantası varya, hani öyle sıradan duruyor ya, işte o #sırTçantası nereleri gördü bir bilseniz!

İzmir'den Eskişehir'e, oradan da aktarmalı Ankara'ya trenle giderken, hatta durun ta Kars'tan Ankara'ya 33-34 saati trenle arşınlarken, hem de daha Doğu Ekspresi diye bir moda yokken, bu çanta yine yollardaydı.



Daha da evveline gidersek, kökeni ta Stuttgart'tan olan bu çanta, Freiburg'ta kızlı erkekli yurtlarda kalırken yanımdaydı. Milano'ya, Lyon'a giderken, İsviçre'de Black Forest'ın içinden hızlı trenle geçerken ki, daha bu ülke YHT duymamışken, yine Almanya dönüşü, dönem arası vergiler hariç 1€'luk uçak bileti ile gelirken, belki siz yoktunuz ama şükür bu sırt çantası bizleydi. Ha sahi ne uçak yolculuğu idi ama, köy otobüsü gibi isteyen istediği koltuğa oturuyor, sadece yolda Romanya'da yada Bulgaristan'da beni bırak fırsatı eksikti bir.


Bak yine hikaye anlatma damarım kabardı, heralde rahmetli dedem Hacı Beğ kocadan gelme bu huy, gerçi pek fazla aynı sofrada kaşık atmışlığım yok ama...

Velhasıl kelam bu çanta var ya ülkede sadece birkaç şehir görmedi, onun harici belki de çok Avrupa şehrinde bir telini bırakmıştır, o kadar öğrencilik zamanlarında, nice yokluğa rağmen, bol şükürle...


Sahi size oralardan bahsetmişmiydim, bahsetmedim değil mi? Neyse durun onlar hepsi şimdi çok uzun olur, önümüze bakalım, bld.ye otobüsü durağa yaklaştı ineceğim...

    Diğer taraftan yine böylesi bir kış vakti, mevsimlerden ocağa yakın. Doğu Anadolu’yu Kars’ı bilenler iyi bilir, Ekim’de bir tutam kar düşer, yerde donar kalır. Üzerine yenisi yağmasa dahi, o yerde bir buz kalıbına döner, kalır da kalır. İşte öylesi vakitler, Kars DSİ Bl.nden sözleşmeli başladığım memuriyet, aynı KPSS puanıyla ikinci kadrolu atama gereği Kars’a veda vakti. Güneydoğu üzerinden gideceğimize, trenle Ankara’ya varıp, bir süre oralarda takılıp, yeni mekanları tanıma fırsatı adına yolu Ankara’ya çevirdik. Ve o zamanlarda da bu sırt çantası yine bizle...

Sivaslı bir mesai arkadaşı ile trenle gitmeye karar verdik, kulakları çınlasın. Çıktık yola, hiç değilse birlikte yalnız vakit iyi geçer diyerek. Hangi akla hizmetse, dile kolay 33-34 saatlik yol biter mi? Şimdilerde moda ya Doğu Ekspresi, o zamanlar öylesi bir tutku, moda yok tabi yada varsa da biz bilmeyiz.

Siz deyin Doğu Ekspresi, biz diyelim gençlik, kan deli akar. Hoş bizde hiç deli akmadı, ta lisede, ortaokuldayken de böyle akıllı, uslu, aklı başında, olgundum. Tabi daha evvelinde biraz da ağlak. Neyse velhasıl çıktık yola. Trenle yolculuk ettiniz mi bilmem hiç ama çuh, çuh, çuh güzel başlıyor. Kars-Erzurum, Erzincan derken güzel gidiyordu. Hatta yalan olmasın 8-10 saatte de Sivas’a geldik, çabuk geçti, nede olsa yanımda arkadaşla biraz muhabbet, biraz dinlen, uyu derken, bir bakmışız Sivas’a gelmişiz. Vedalaştık arkadaşla, indi Sivas’ta, bizimki yeni başlar, ne kadar sürecek diye de biraz tedirginlik, biraz olur, olmazlık ile tam 34 saate yakın sürdü tren yolculuğu, hem de 34 saat, dile kolay. Sürekli çuh çuh çuh sesleri ile geceli gündüzlü iki güne yakın yol yani. Kaç şehir, iki bölge ve üstü kar, soğuk. Sahi şimdi duyunca çok sıcak iklim bireyine çekici geliyordur. Lakin belli bir süre sonra sıkıcı, yorucu oluyor, onu da bilmekte fayda var...

 Şimdilik de noktayı koyalım böylece, başka bir sırt çantası hikayesi de başka vakitlere devam ederiz, ne dersiniz?

KARA ÇADIRIN KARA EVLADI

Karayolcu Orman Mühendisi

Anılardan bir kare


Uzun zamandır yazmıyor, yazmaya el varmıyor maalesef, çünkü anıların içinde, kıyısında köşesinde hep ANAm, BABAm var. Mekanları cennet, ruhları şad olsun. Onları hatırlamak daha bir üzüyor insanı, gerçi akıldan çıkarmak, unutmak ne mümkün...

#AnılardanBirKare

Yine de hem ruhlarına birer Fatiha hediye ederek, belki okurken tanır tanımaz sizler de okursunuz dileğiyle...

 

GÖK GÜRÜLTÜLÜ ŞİDDETLİ SAĞANAK YAĞIŞ

      Yaz vakitleri, ekin harman vakti yada öncesi, tam tarih yok zihnimde, ben diyeyim Mayıs, siz deyin Haziran veya temmuz.

Ağaç yada kaya kovukları ile birlikte esintiden ve üstten yağıştan koruyan andız ağacı gibi kuytular olur dağlarda. Çok fırtınalı, soğuklarda oralarda önceden ayarlanmış kuru dal budak parçaları olur. Cepte de kibrit, küçük bir çakı vs eksik olmaz zaten. Ki kışın soğuklarında o kuytularda yakılan bir ateş kenarında ısınırken komşu çobanlarla vs edilen sohbetlerin, yenen azıkların, üzümdür, kavurga, leblebi, fıstık vs atıştırmalıkların tadı hiç bir şeyde yoktur ve en lüks mekanlarda, en pahalılar haliyle, aynı sıcaklığı bulmak mümkün değildir. Hele birde kömüre konan kara çaydanlık ve önceden oraya konmuş çay veya kıyıdan köşeden koparılan veya kurutulmuş saklanmış bir adaçayı, kekik varsa, of değmen keyfe.

Genelde öylesi ortak alanlarda biri oğlak, biri davar çobanı olan aile bireyleri, genelde rahmetli babamla çok denk gelinir ve oralarda dönen gırgır şamata, muhabbet, hayaller şunlar bunlar havada uçuşurken vaktin nasıl geçtiğini anlamak mümkün değildir. Ve bir bakmışız sürünün bir kısmı karşı yamaca, diğerleri ise dağın arka yüzüne (enseyüz deriz) aşmış gitmiştir. Hey gidi davarlı günler hey... O günleri güzel yapan hatıralar ve hatıraların içinde olanlarmış, eminim şimdi aynı yerlerde olsak, o eski tatları vermeyecektir.


Yine böyle davarlı bir yaz gününde oğlak güderim, otlatırım. Bir ağaca çıkar 8-10 dal keser, oğlaklar onu yerken kıyıda köşede keyf çatarken, hava bozmaya başladı. Şimdiki gibi haber, bilgi kaynağı, elde telefon vs ne gezer. Evde, çadırda varsa bir kel radyo, ondan al haberi, o da bazen çeker, bazen çekmez, bir bakmışsın pil bitmiş. Oho ooo, Cuma olacak da, cumaya gidilirken o kadar ihtiyacın içinde pil alınıp getirilecek de, ölme eşeğim ölme, yaz gelsinde yeşil yoncalar dereceğim... Velhasıl haberlerden bir haber yaşarız o dağlarda. Vay fırtına olacakmış, vay esecekmiş, vay gürleyecekmiş kimin umurunda, dahası kimin nereden haberi olsun. Tek haber kaynağı karşı dağdan geçerken ki komşu çobanın yarı duyulur, yarı anlaşılır, yarım yamalak sesler...

Havanın kötü olacağını tek önceki gün ki güneş batışından tahmin eder, o da her insanın harcı değildir ha. Ama rahmetli bubam dediydi, bak o kesin, yarın hava fene olacak, dikkat edin diye. Dikkat etsen n’olacak, oğlakların üstüne, hepsine şemsiye tutacak hal yokya. Yapacak tek şey, kuytuluklara sığınmak ve oğlakların da oralarda vakit geçirmesi, durması için dal koymak vs. O da ne kadar sürecek ki, en fazla yarım saat, iki üç beş saat süren şiddetli yağışta kuytular, ağaç dipleri napsın?

Böylesi bir yaz günü, hava fena, ortalık iyice karardı, kara bulutlar gündüzü geceye çevirdi, fırtına koptu kopacak. Ağaçtan 8-10 dal kesip indirdim, bir iki andız yoğun yerde andızların dibine çektim derkene yağmur, fışkın başladı. Ama öyle böyle değil, aman Allah’ım. Yağıyor, esiyor, oradan çeviriyor buraya veriyor, bir şimşek yalabıdıyor, sonra bir gök gürültüsü, sanki gök yarıldı, yeri de göğe kaldıracak. Bende bir ağaç kavuğu var, genelde davar oğlak andızların dibinde beklerken bizde buraya sokulur, ortam müsaitse bir de ateş yakar, ıslanan yerleri filan kurutur, ısınırız. Ama bu sefer ne mümkün, oradan alıyor yağmuru, fırtınayı buraya veriyor.

     Kuru bir yer kalmayacak belli, normalde 3-5 saat yağmurda altına damla salmaz andız ağaçları 3-5 dakikada şapır şupur akmaya başladı. Bunu hisseden oğlaklar, hayvan durur mu? Sağa sola kaçışıyorlar, belli fırtına fena olacak. Kaçışmaya başladı oğlaklar, haydi durma Durmuş oralarda, kurtarmayacak oralar, doğru ağıla, çardağa yada beri yakadaki inlete, mağaraya. Ayh kış, hey hüyt, önde koş, arkada kalanları kışla küşle, yakaya kaçanı çevir beri, öteye gideni geri getir filan derken koştur koştur geldik ağıla, çardağa, geldik ama ne geliş. Ben diyeyim yarım siz deyin bir saat, ama ne yağıyor hava. Hani şimdilerde haberler vs felaket tellallığı yapıyor, bas bas bağırıyor ya. Öylesi hava tahmininde ne yaparlardı bilmem.

 Velhasıl geldik çardağın olduğu yere, davarında kimisi çardağa, çoğu da karşı mağaraya sığınmış. Hayvan bu işte anlıyor, nasıl bir hikmetse.

Yarım saat yada bir saat fena koşturduk ama o fırtınada, tabi bu koşturmaca içinde ıslanmadık yerde kalmadı üstte başta, cüm cülük kıyafetlerle denize, suya düşmüş gibiyiz.

Yaz gününde bile olsa i yağmura kara çadır dayanır mı akmaya başlamış ama neyseki, zar zor naylon çekebilmişler ANAmgil. Zaten önceden de ayarlanmıştı kıyıya naylon, ucu bucağı iplenmiş vs hazırdı yani. Yoksa biz gelesiye kadar, çadırda evde de ne var ne yoksa ıslanır, ne un ufra kalırdı, ne de yatak yorgan, çamaşır, alık çuvalı vs.

Sonrasında pis yağdı ama, 2-3 saat ama öyle böyle bir yağış değil, düşünün yaz sıcağında suya hasret toprak bile kabul etmedi suyu, yağmuru. Esas koyağa geri aşağı nasıl aktı kıpkırmızı, kan ağladı resmen dağlar taşlar, hüngür hüngür ağladı. Ağlamak, gözünden yaş dökmekte neymiş gözünü döktü ağladı. Boş koyaklar, tarlalar sele döndü, boğazdaki toprağı yardı yardı götürdü deli yağmur.

Hey gidi #zorHayatlar, hey gidi günler hey. Velhasıl evvelde yağardı, eserdi, gürlerdi hava, ama böylesi yaygara olmazdı ortalıkta. Bugünlerde sanki fazladan bir dert yanıyor, biraz da abartılı bir tutumda mı var bilemedim?

Mekanları cennet olsun, bu vesileyle yad edelim ANAm, BABAm başta olmak üzere tüm gidenleri, ruhları şad olsun... Allah bizlere, evlatlara güzel, hayırlı ömürler versin.

KARA ÇADIRIN KARA EVLADI

Karayolcu Orman Mühendisi