Sanat ve zanaat

 Ekmeğe giden yolda, emek en mühim mihenk taşıdır.

 

EL EMEĞİ

 

Günümüz toplumları çoğunlukla tüketim toplumu bir hayat sürmektedir. 50-60’lı yıllardan sonra şehre göçün hızla arttığı ve milenyum sonrası kır-köyden kopuşun kaçınılmaz bir hal aldığı ortadadır. Kırda, köyde kalan nüfus ülke nüfusunun %10’unu ancak teşkil eder. Şehirde yaşayanlar farkında olarak ya da olmayarak yaşadıkları tüketim hayatında mutsuzdur. Çünkü elle tutulur, gözle görülür bir üretim olmayışından müzdariptir, yaptığı işlerden, uğraşlardan haz etmez. Ve sonuçlarından sadece bir tanesi stres, sıkıntı dolu hayatta psikolojik sorunlar artmış, kişisel ve toplumsal huzur bozulmuştur.

 

Ekmeğe giden yolda EMEK en mühim uğraştır, olmazsa olmazdır. Her ne kadar şans oyunları olsun, yarışmalar, sosyal medya fenomenliği gibi çok veya hiç emek harcamadan zengin olmak, köşeyi dönmek eğilimi çok yüksek olsa da hem inancımız hem günlük yaşantılar emek olmadan yemek olmadığını doğrulamaktadır. Hal böyleyken, bir taraftan şehir hayatındaki sorunlardan sadece birisi olan ve diğer taraftan mihenk taşı olarak emek anahtardır.

 

Gelmişsiniz işten, yemekti, bulaşıktı derken vakitte ilerlemiştir, şöyle oturup biraz keyf yaparken bir bardak çay yudumlar veya kahve hüpürdetirken günün yorgunluğunu atmak istersiniz. Ya da hafta sonu, haftanın 5 günün yorgunluğunu atmak, şöyle bir yerlere gezmeye çıkıp biraz nefes almak en doğal hakkımız. Ama işin bir de ruhani boyutu var. Tamam zihinsel olarak çok yorgunuz, kabul, ya fiziki yorgunluk, var mı? Maalesef, fiziki yorgunluk yok, hep zihinsel yorgunluk, gece uyumaya dahi müsaade etmeyen bir zihin. Ve üstüne üstlük üretilen ürün, çalışılan işin de gözüken bir ederi var mı? Tartışılır, hal böyle olunca yüklen beyne... Nereye kadar, onun da bir kapasitesi var.

 

Zihinsel yorgunluğu bir nebzede olsa örselemek, bastırmak için, biraz farklı uğraşlar gerekir. Bu bir sanat olur, ruhu besler. Bir zanaat olur, ortaya bir atıktan, yoktan bir şey üretmek olur, haz veren. El emeği göz nuru, bir ağaç parçasından bir eser çıkar, bakar bakar mutlu eder. İşte bizimkisi bir masalsı hikaye, tam da buradan başlar. Denk geldiğinde ayarladığımız bir ağaç parçasından, hafta sonu tatilinde, gündüz gözüyle keser, testere gibi basit araç gereçleri kullanarak, kaba tasarımını yaptığımız ağaç işçiliği ile uğraşıyoruz. Hafta içi mesai sonraları, fırsat oldukça eğdi, bıçak, törpü, zımpara gibi alet-edevatla ince uğraşlarındayız. Öyle bir iki güne bitecek uğraşlar değil, zaten arta kalan 1 saat kadar vakit ya var ya yok…

 

Akşamları oturup TV, bilgisayar veya telefon ekranı karşısında saatlerce, boş boş vakit öldürmektense, ki böylesi zamanlar inanın en sonuna geçince insanı biraz daha çok mutsuz ediyor. Ser altına bir örtü, getir malzemeler, al eline uğraşını, bak gör o vakit neler oluyor. Ha bu kitap okuma olur, resim yapma olur, bir şeyler karalama olur, biraz el işleri, dokuma, örme vs olur, fark etmez. Elden ne geliyorsa, odur yapılacak. Ve sonrasında oluşan fiziksel yorgunluğun verdiği keyfi başka bir şeyden alamazsınız. Deneyin, görün… Doğayla, duayla ve kalın sağlıcakla…


     El emeği göz nuruna başkaca bir uğraşta ahşap satranç taşları oldu. Ceviz dallarından oyma ve işleme yaparak birkaç akşamımıza, mesai sonrası kendi mesaimizde uğraşımızdı. Ve en sonunda çocuklara da boyaması kısmet oldu, böylece ailecek bir uğraşta sona gelerek, kendi mahsulümüzü ortaya koyduk. Elden geldiğince ve olduğunca. Hep dediğimiz gibi bıkıp usanmadan çalışmalı, daha çok üretmeliyiz. Yoksa maalesef tüketim toplumuyuz ve tüketirken tükeniyoruz…


KARA ÇADIRIN KARA EVLADI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder