Ateşi görmek

ATEŞİ GÖRMEK

   Ateş ilk keşfedilen ve insan hayatına büyük bir anlam katan, insanı insan yapan ve devamındaki birçok gelişmeye ışık tutmuş bir gelişme, değişimdir. Bu gelişmenin ışığında, aydınlattığı yolda barutu ateşlemekten tutunda petrolü yakarak çıkan enerjiden elde edilen güçle hareket eden arabaya kadar ve dahi nice buluş, gelişme ardı sıra gelmiştir. Ha BEN bunlardan bahsedip sizleri sıkmayı düşünmüyorum. Ne mi hasbihalleşelim sizle? Gelin hep birlikte, modern, gelişmiş yaşamın getirdikleri kadar götürdükleri ışığında, eskiyi özleyenlerin diline tercüman olalım bu sefer.

   Gelişmiş modern hayatın getirdikleri kadar götürdükleri, yazılarım daha çok bu öz konu üzerinden devam edegeldi, takip edenler, vakit bulup, ayırabilip okuyanlar bilir. Hep öyle değil miyiz? 10 yaşındaki bir kardeşimden, yavrumdan tutunda 30-40 yaşlarındaki bizler, 70-80 hatta 100'ü deviren büyüklerimiz, hangimiz demiyoruz ki; “Ah nerede o eski günler, ah”.  Yine bu olgu ışığında ateşi işleyelim, dillendirelim. Ateş biz sade vatandaş için nedir, bir fabrika sahibinin, bir büyük işletmenin veya devasa iş gruplarını yöneten holding patronlarının aksine, bir ısınma, ısıtma ve pişirme aracıdır, öyle işlere vesile olan olağanüstü bir güçtür adeta. Ve basitçe düşününce devasa, hayal üstü bir bir güçtür hemde. Düşünsenize bir odun, gaz, kömür, petrol veya başka bir hammadde tutuşuyor, yanıyor ve oradan çıkan ışıl enerjiyle biz kışın soğukta ısınıyoruz, piknikte mangaldan pişen ızgarayı, eti veya tüp-doğal gazdan gelen alevle yemeği yiyoruz. Hayatımızın olmazsa olmazı BENce, telefonun internetin, arabanın yada daha onsuz yaşayamayız dediğimiz bir çok şeyin aksine. Son parayı telefona verdim demez, gerçekten gariban fakir birisi doğalgaz faturasını ödedim der, aç ve soğukta kalmayalım diye, ama elektrik olmadan kombinin çalışmadığını o bir ay elektriksiz soğukta geçirerek, acı bir şekilde öğrenen şehir garibanları. Gelecek aydan sonra aşırtmalı gider hayat, bir ay elektriği, bir ay suyu, bir ayda doğalgazı ödeyerek idame ettirmeyi öğretir hayat onlara, Suriye’de, Kudüs’te, Mayanmar'da aç din kardeşlerimize öncelik verirken içerdeki aç, biçarelerimizi unutanların aksine. Hayat acımasızdır ama gerçektir hem de en acıtan, can yakan cinsinden...

   Rahmetli Hacıbey dedem gibi bir türlü gelemedim konuya, uzattıkça uzattım, ama ne yapayım konu konuyu açıyor, çok şey oluyor diyecek ve demeden geçmiyor insan. Dedemden demişken, anlatayım hikayeyi de merak kalmasın kimsenin içinde. Misafirliğe gitmişler, şimdikinin aksine akşam oturmaları olurdu eskiden, bir gün bunlardan da yazarız inşALLAH. İkindin davarın ucunda karşı dağın yamacında davarını güderken denk gelinen komşuya, karşı dağdan karşı dağa, bağıra bağıra hasbihalleşilirdi. (O yüzdendir bazen değil çoğunlukla bağıra bağıra konuşası gelmiyor mu sizlerinde, iki üç bina ilerdeki, hiç tanımadığınız bir apartman sakinleri ile, aynı apartmandakileri dahi tanımaz, görüp simaya aşina olsak dahi, sizi görünce kafayı çevirip, görmezden gelen gıcık şehirlilere rağmen. Sizde olmuyor mu bilmem ama arada BEN avazımın çıktığı kadar bağırmak istiyorum, deli diyeceklerini bile bile... Neyse eskiden akşam oturmaları, misafirlikleri olurdu ve ikindi karşı dağın yamacındaki davarını güden komşuya, bağıra bağıra –“Akşam size geleceğiz, haberiniz olsun ve arabaşıyı hazır edin bakalım”. Bunu duyan diğer dağ yamacındaki başkaca komşumuz durur mu? Sesini duyurabilirse bizde geliriz derdi, duyuramazsa da, eve varınca haydi hanım, çocuklar kalkın filancalara gidiyoruz, arabaşı var bugün der ve ev sahibide hiç zorsunmaz hemen hazır eder olandan, güzel bir arabaşı çeker, hemen hızlıca ve bolca bir hamur yapar çadırın üstünde soğutur ve dondururdu. Ve evin küçük çocuklarından birisi de hamurun başında hamur bekçisi olurdu, soğuyana kadar da parmaklaya parmaklaya hamurdan yerken bir taraftan da daha küçücük yaşta sorumluluk sahibi yetişirdi. Ama diğer taraftan, gelenler de hiç yadırgamaz hamurdaki parmak izlerini, bilirdiki parmak izi olmasa kedi köpek payı izi olacak yada sırçan, fare kakası... Sonrasında akşam hep birlikte toplaşıp yiyip içilirdi ve gece yarılarına kadar konuşulur, sohbet edilir, ne hikayeler arası yalanlı yalanlı anlatılır ve bir şeyler zoraki zoraki değil, canı gönülden, yürekten paylaşılırdı. Yine böylesi bir akşam oturmasında dedem rahmetli, ilk akşamdan başlamış anlatmaya asker anılarını, anlata anlata bitirememiş. Artık gece yarısı olmuş evlere, çadırlara dağılışma zamanı gelmiş, gitmek gerek, çünkü yol uzun iki dağ bir vadi aşılacak, gecenin karanlığında ay ışığının şavkına, dümdüz yol değil gidelecek yollarda, patika, yeri gelir eşek çıkmaz yada inmez bayırlardan geçe geçe. Vakit o vakit işte, bir bakmışlarki dedem daha yeni asker ocağına teslim olmuş, birde siz düşünün 4-5 yıl yapılmış asker anılarını... Ve akşam misafirlikleri, oturmaları yine ateşin ışığında, şavkında olurdu, gece yarılarına kadar yanan çalının hattı hesabı olmazdı...

   Ateş dedik içi ısıtan, dışı aydınlatan, pişiren, yakan, götüren vs vs. Kara çocuk sizlere ısıtmaktan, ısınmaktan siz edecek size. Bir dileyiverin, okuyuverin artık. Hep derler ya soğuğa çare varda sıcağa çare bulunmaz, yok diye. BENce tamamen yanılıyor onlar, öyle diyenler, çünkü sıcağa çare bulunur illaki ama gerçek soğuğa çare bulmak zordur. Çare bulunmazı sıcak sayanlar, gerçek soğuğu görmemiş, bilmeyenlerdir. Neden mi? Soğuk düşünün Kars, Ardahan soğuğu ama daha ekimden başlayıp, Mayıs’a Haziran’a kadar süren, dışarda kalsan insanı dondurup öldürecek soğuktan bahsediyorum. Öyle üstüste giysende kat kat örtsen de, yaka yaka sobanın yüzünü kızartana kadar yaktığın kömür odunun ısıtamadığı soğuktan. Çözüm mü, BENce yok. Ya sıcak, bulunur ya, çekersin gölgeye efil efil bu yere, çıkar üstündekileri, olmadı git biraz yaylaya doğru al sana çözümler...
Ateş insana büyük kolaylık. Mesela doğal yada doğal olmayan gaz. Evlerimizi düşünün, oh ne güzel faturayı karşılayabiliyorsak, güzel güzel ısınıyoruz, yemeklerimizi pişiriyoruz. Isınmadan gidelim, kombili ısınma sistemleri büyük ama büyük kolaylık, maliyet kısmını bir kenara koyarsak, her yeri ısıtması, ısının evin her tarafında dengeli olması, dumanı isi tozu vs olmaması anlamında temizliği kolaylığı ve hayatı kolaylaştırma anlamında şehir hayatının cazibesi,  şehrin ışıltısı cıvıltısından biri...

   Babam rahmetli TAT MOĞMED, “insan gözünden ısınır, gözü ateşi görecek, gözünün içi de ısınacak, eli vücudu ile birlikte” derdi. Şimdilerde düşünüyorum da babam doğru diyordu. Diyorum şehrin ışıltısı, cıvıltısı halinde hayatımız kolaylaştığı kadar, ısınırken bir sobada, ocakta yada şöminede ateşi görmek istiyor insan, size de öyle gelmiyor mu? Bazen özellikle çok soğuk kış günlerinde önünüz yanarken arkanız donsa da insanın kemikleri ısınsın diye aklına gelmiyor mu? BENim geliyor, is kokusuna dumana vs rağmen gözümüzün içi ısınsın değil mi isteğiniz. Eğer öyleyse bir denk geldiğinizde size bir atas yakıvereyim ve gelin birlikte ısınalım, hemde kemiklerimize kadar. Sözüm söz olsun size... Şükür ALLAH’a ki, Ankara’nın ortasında olsak da, gözün içini ısıtacak bir sisteme sahibiz...

KARA ÇADIRIN KARA EVLADI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder